Sorunlar ve sorumsuzlar
Ödemiş'te araç sürücülerinin yayalara yaptığı saygısızlık, gün geçmiyor ki son bulsun. Yayaların üstüne aracını sürenler mi...
Ödemiş'te araç sürücülerinin yayalara yaptığı saygısızlık, gün geçmiyor ki son bulsun. Yayaların üstüne aracını sürenler mi ararsınız, şehir içinde azami hızla araç kullananlar mı ararsınız, pişkin pişkin camı açarak hakaret edenler mi ararsınız… Ne ihmal, saygısızlık ararsanız bol miktarda var bizim buradaki sürücülerde. Yolu babasının malı gibi kullananlar bir tarafa, kaldırımları da kendi mülkü gibi gasp edenlerin sayısı da bir hayli artmış durumda. Tabii burada yönetici pozisyonunda bulunan kişilere de çok iş düşüyor. 'Cumhurbaşkanı geliyor' diye haber yapsak ilk diyeceğiniz, 'Eyvah! Trafik felç olur şimdi' olur. Çünkü statüsü yüksek kişilerin ziyaretlerinde trafik, her zaman kontrol altına alınır. Gerekirse yollar kapatılır. O gün -kim geliyorsa- trafikle alakalı en ufak bir karmaşıklık olmaz, olamaz. Olan, şehir merkezindeki magandalara olur. Onlar, araç içinde sigara içemez. Yaya geçitlerinden hızla geçemez. Camı açıp haklıymışçasına hakaret edemez.
***
Ödemiş'te özellikle merkez mahallelerde bir konut başına iki araç düşüyor. Sokaklar dar, kaldırımlar küçük, caddeler çift yönlü ve kentleşmenin etkisiyle nüfus da devamlı olarak artmakta. Ancak şehir, ne nüfus artışına ne de araç sayısındaki yükselişe elverişli. Öyle ki her cumartesi günü Saraçoğlu Caddesi'nden tutun da Ulus Meydanı'ndaki insan kalabalığına bakınca bile insanın içine daral gelmesi mümkün. Bizim yöremiz, kalabalık bir kent yaşantısına alışkın değil. Hal böyleyken artan nüfusla beraber süregelen kalabalık durum, yaşam standartlarını da etkiliyor. Çok uzak değil, bundan yirmi ya da yirmi beş yıl önce bile daha sakin bir hayat, huzurlu bir yaşam vardı Ödemiş'te. Nefes almak için Birgi, Bozdağ, Gölcük, Bademli'ye gidermiş insanlar o zaman. Şimdi gidin hafta sonları bir bakın. Nefes almak isteyen herkes oralarda olduğundan hiçbir yerde nefes alamaz hale geldik. Gezmeye gitmek bir şey değil, 'Arabayı nereye koyacağım?' sorunu kapattı bizi evlerimize.
***
Her gün bir kaza haberiyle uyuduğumuz, bir sonraki güne ölüm haberleriyle uyandığımız nezih memleketimizde dört yol ağzının olduğu her nokta, öte yandan kavşaklar, günbegün ölüm tehlikesini biraz daha arttırmakta. Eğer gazetemizin sürekli okuruysanız özellikle merkezde yapmadığımız kavşak haberi kalmadığını da bilirsiniz. Kavşak kavşak değil ki anacım, ölüm makinesi mübarek. Denetimsizlikten, bilinçsizlikten, saygısızlıktan, bencillikten ve daha nice kötü duygudan kaybettiğimiz onca candan da ders almadığımızı görebiliyor musunuz peki? Anadolu Caddesi'ni bilirsiniz. Yıllar yıllar önce bir çocuğu annesinden, bir ağabeyimizi eşinden, bir aileyi kızından koparan o kaza düştü mü zihinlerinize. Dalga geçer gibi ardından yapılan kırmızı ışıkta beklerken hiç düşündünüz mü? Bir trafik lambasının bir candan daha değerli olduğu bölgemizde nice anne, çocuk, kız, oğlan, aile, kardeş kaybettik Ödemiş'te.
***
İki hafta önceki köşe yazımda meclis gündemine dair bir derleme kaleme almıştım. Kendi bakış açım doğrultusunda karşılıklı konuşmaları tekrardan gündeme getirmiştim. Hiçbir çekincem yok ki sonuç olarak da 'Az laf. Çok iş' diyerek alt metinde şunu söylemiştim: 'Değerli meclis üyeleri, kendi çıkarlarınız adına konuşmayı artık bırakın. Siz, Ödemiş için çalışın.' Bu yazımın ardından gerçekleşen meclis toplantısında da bir kez daha gördüm ki koltuklarında arkasına yaslanıp oturan meclis üyelerinin birçoğu, tartışma yaratarak kendilerini gündem haline getirmeye çabalıyor. Kişisel saldırılar, bireysel çıkarlar havada uçuşuyor. Birbirini dinlemeyen, karşılıklı münakaşalarla birbirlerinin duygularını yaralayan, görev bilinciyle değil, reyting bilinciyle hareket eden koltuklar var mecliste. 'Sen ne yaptın?', 'Ben şunu yaptım' gibi konuşmalarla Ödemiş'i arka plana atan nice konuşmacılar var. Yazık vallaha… Benim esnafım, benim çiftçim, hayvancım, sütçüm, peynircim, patatesçim, benim insanım, benim halkımın sorunları konuşulmuyor mecliste. 'Kim? Kime? Nerede? Ne zaman? Ne yapmış? Kim görmüş? Ne demiş?' oynuyorlar sanki. Avuçlarındaki bombayı bir başkasının kucağına bırakmayı planlayan ve o zihniyetle savundukları partiyi de karalayan nice insan var mecliste. Bütün gün sahadayım; nice ağabeyim, ablamla sohbetim var. Vallahi de billahi de halkın tek istediği biraz huzur. Küçük esnaf bitmiş, çiftçi bitmiş… Halk, para kazanmak istiyor. Evine üç kuruş fazla götürmek istiyor. Çocuğunu okutmak istiyor. Ay sonunda elektriğini, suyunu ödemek istiyor. Kafayı meclise çevirdin mi içi boş, olmuşun bitmişin konuşulduğu ama çözümün asla olmadığı mevzular…
***
Çalışma şartları kötü, hayat kısa. Gençler; yorgun, bezmiş, sıtkı sıyrılmış, nefreti kalkmış, acımasız, bencil, saygısız, sevgisiz, bilinçsiz… Özgürlük kisvesi altında değerlerimiz zedeleniyor. Üretmeden tükettikçe yozlaştırılıyoruz. Sistemi anlamaya çalışmayan, sorgulamayan, iletişimi zayıf, sosyal medya kullanımı üst düzey bir kesim geliyor arkadan. Bir adım ilerisini göremediğimiz bir dönemden geçiyoruz. Üstümüz, başımız marka ama karakterlerimiz defolu. Yalan söylemek; hayatın içinden, olması gerekenmiş gibi görünüyor ve buna göre yaşıyor ve izlediklerimizle tam da dediğim biçimde yaşatılıyoruz. Yaftalamak günlük görev gibi olmuş. 'Onun namusu yok', 'Bunun anası şöyle, şunun babası böyle' toplumunda büyüyoruz. İşverenlerimiz, yapması gerekeni lütuf gibi sunuyor, 'Aman işimi kaybetmeyeyim' diye susuyoruz. İnsan çokluğundan, iş yokluğundan satıyoruz benliklerimizi.
***
Bakın ben siz bir şey diyeyim. 'Bu ülkenin sonu karanlık' diyorlar ya, bu tamamen içinde yaşayanların zihniyetine bağlı. Bizim ülkemizin karanlık olduğu falan yok. Bizim içimiz karanlık. Bizim patronlarımız, arkadaşlıklarımız, düşüncelerimiz karanlık… Biz, bu ülkeyi bireysel çıkarların ve kişisel çatışmaların savaşında değil, milletin iradesiyle kazandık. Bizim atalarımız, milleti açken tok yatan olmadı. Anlıyorum ki 21. yüzyılın en büyük savaşını veriyoruz. Eski olanın sadece kötü yönlerini yad edenlerle yeni olanın sadece iyi yönlerini savunanların renkleri de zihniyetleri de aynı. Bu bilinçle, bu fikir anlayışıyla, birlik ve beraberlik içinde cennet yapabileceğimiz bu ülke topraklarında bile bile lades diyoruz. Ekonomiyi hiç umursamayanların, çiftçisinin, emekçisinin, zanaatkarının, gencinin, yaşlısının halini anlamayanları oturtuyoruz makam koltuklarına demek ki. Bize de yazıklar olsun o zaman.
***
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Sizin de söyleyecekleriniz varsa merakla bekliyorum. Hatalarımızın, yanlışlarımızın ve en mühimi, çıkarlarımızın bireysel olmaması dileğiyle.
Sevgiler.