Siyaset, kadın olmak ve annelik
Cumartesi akşam üzeri İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin sahiplendiği şenlikteydim. Şenliğin adı .Uluslararası Yunus Emre Yörük-Türkmen Göç Şenliği”...
Cumartesi akşam üzeri İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin sahiplendiği şenlikteydim. Şenliğin adı '1.Uluslararası Yunus Emre Yörük-Türkmen Göç Şenliği' Folklor kültürünün zenginliğini, Bergama'dan gelen hanımların tahtacı adını verdikleri üç etek bindallı kıyafetlerini yöresel türküleri dinleyerek izledim. Elleri kınalı hanımlarımız, bir anlamda kültürel kodlarımızın şifreleri. Onlar bize yine bizlerin toplumsal gerçekliğini anlatıyor. O akşam bir bayram coşkusuyla modern çağdaş kadınlar ve gelenekselci diye ayrım yapmadan hep birlikte bütünlüğü simgeleyen aşure tatlısı gibiydik.
Şenlik boyunca bu topraklarda kadın olmanın yanında ana olmanın zorluklarını düşünmeden edemedim. Bir anne değilim ama ahde vefa gereği empati kurarak onları anlamak için gayret ediyorum.
1997 yılının 28 Şubat'ında kadınlarımız başörtülü olan ve olmayanlar olarak iki gruba ayrılmış, örtü üzerinden kadınlar siyasete alet edilmişti. Ataerkil toplumlarda felsefe ve sanat, istenilen gündemi teşkil edemiyorsa kadınlar, analar siyasetin hırçın diliyle daha çok muhatap oluyor.
2013 yılında Gezi Olayları sırasında kadındır, anadır denmeden güvenlik güçlerinin ölçüsüz şiddetine maruz kalındı. Vefat eden Berkin Elvan'ın annesi, ideolojik şiddete maruz bırakılmıştı. Yıllar sonra Gezi Olayları Davası görülürken de yaşanılanlardan ders alınmamış gibi yuhalatılmıştı. Oysa ki her şeyden önce bir kadın ve bir anne idi.
Bu ülkede kadınların kürtaj yasağı bile konuşuldu. En az üç çocuk doğurmalı, sadece evinde oturmalıydı.
Kadını korumak, anneliği yüceltmek sadece bu dayatmalar ile mi sınırlı yoksa kadın her ne olursa olsun, hangi fikir ve siyasi oluşumu desteklerse desteklesin korunması gereken bir değer mi?
Sevgili okur, yaşamdaki gerçeklik sorunun cevabını veriyor. Olayları taraf tutmadan gözlemlersek bulmaca tamamlanıyor.
27 Mayıs 1995 tarihinden beri kayıp yakınlarını arayan faili meçhullerin açığa çıkması adına toplanan Cumartesi Anneleri'ni hatırlıyor musunuz? 700. oturma eylemlerine izin verilmedi. Gerekçe olarak da Süleyman Soylu, şu açıklamada bulunmuştu: 'Anneliğin terör örgütlerince kullanılmasına izin mi verseydik?'
Dün anaları korumak adına oturma eylemleri yasaklanıyordu. Peki bugünlerde Diyarbakır Anneleri'nin oturma eylemlerini terör örgütleri kullanmıyor mu? Terör örgütü kullanmıyorsa ister istemez şu soru beynimizi tırnaklıyor: Erken seçimlerin konuşulduğu şu günlerde HDP'nin önündeki annelerin oturma gösterilerini kim kullanıyor?
Bizzat Cumhurbaşkanı, eylem yapan bu mağdur kadınlara, analara sahip çıkılması adına sanatçılara seslendi. Sanatçıların bazıları da bu çağrı gereği Diyarbakır Anneleri'nin yanında yer aldılar.
Duyarlılıklarından dolayı müteşekkiriz ancak mağdurun, mazlumun yanında olmak için sanatçılar çağrı mı bekler?
'Aynı duyarlılığı Berkin Elvan'ın annesi için ve Cumartesi Anneleri'nin oturma eylemleri sırasında neden ve niçin göstermediler?' diye soracak olursak sanatçılarımızı üzmüş olur muyuz? Dönüp dolaşıp siyasetin yaralayan, kamplara bölen, ötekileştiren soğuk yüzüyle karşılaşıyoruz.
Yakın zaman önce İstanbul Belediye Seçimleri'nde ilk defa ittifaklardan bahsettik. Bir belediye seçimi, ülkenin beka sorununa dönüştürüldü. Millet İttifakı'nı terör örgütleriyle iş birliği yapmakla suçlayan Cumhur İttifakı, Abdullah Öcalan ve kardeşi ile muhatap oldu. 'Hangi amaçla?' diye soramaz mıyız?
Son günlerde erken seçimlerden bahsedilmeye başlandı. Dolayısıyla ittifaklar tekrar düzenleniyor. HDP, kurulan denklemde saf dışı bırakılmak isteniyor.
CHP ve İYİ Parti ittifakının yanında yer alan HDP, Diyarbakır Anneleri üzerinden yıpratılırsa son durumlar ne olur?
Seçilmiş bir parti, her halükarda varlığını sürdürsün ama PKK ya da farklı bir terör örgütü ile iş birliği içinde olmamalı… Selahattin Demirtaş'tan umut edenler, ne yazık ki PKK ile bağını koparamadığı için sukut-u hayale uğradı.
Büyük resme baktığımızda olayları farklı görüyoruz. Anneler üzerinden, yaslı gönüller üzerinden acıları yarıştırarak siyasetin kalitesizliğini içimiz yanarak idrak ediyoruz.
Şenlik sonunda Ramazan çadırlarını andıran sofralarda yemeklerimizi yerken Türkmen geleneğinin barışçı havasını yaşadık. Siyasi ideolojimiz ne olursa olsun bu coğrafyanın çocuklarıyız. 'Analar ağlamasın, kadınlar yas tutmasın' diyorsak onları ötekileştirmeden acıları üzerinden siyaset yapmamalıyız diye içten bir niyazda bulunuyorum. Şair Cahit Sıtkı Tarancı, ne kadar güzel söylemiş: 'Memleket isterim, ne başta dert ne gönülde hasret olsun; kardeş kavgasına bir nihayet olsun…'
Güneşin gün ile kavuştuğu demde martı seslerine karışıp 'Memleket isterim' diye haykırmak istedim.