Şemsiyem ve ayaklarım
Gökyüzü, şemsiyeme kadar inmiş gibi. Dünya ayaklarım, ben ve şemsiyemden ibaret. Şemsiyemin aldığı alan kadar varım...
Gökyüzü, şemsiyeme kadar inmiş gibi. Dünya; ayaklarım, ben ve şemsiyemden ibaret. Şemsiyemin aldığı alan kadar varım gibi. Zihnim, hiç acelemin olmadığını telkin ediyor ha bire ama ayaklarım, kendine buyruk bir tavırla adeta zamanın saniyeleri ile yarışır gibi bir tempoyla hareket ediyor. Gittikçe hızlanıyor yağmur. Önce insanlar kayboluyor, sonra mekanlar. Sadece ayaklarım, ben ve şemsiyem…
Grileşen dünyaya inat, kırmızı çiçekler var şemsiyemin üzerinde ama yağmurun yıkamaya çalıştığı sokakların kirine inat, siyah spor ayakkabılarım ayağımda. Zannetmeyin sadece tezatlar bu kadar. Zihnimde çatışıyor düşünceler. Görünür olsaydı onlar yani maddiyata bürünseydi eğer altında ezilirdim. Kaçınılmaz. Sadece incinmişliklerimi toplasam hayata dair, yeter de artardı bile…
Her geçişimde bana havlamayı alışkanlık haline getiren kızıl köpek bile yok. Kendinden önce varlığını belli ettiği sesi de yok haliyle. Zaman ıpıssız…
Yağmur gittikçe hızlanıyor. Düşüncelerimle, yağmurla yarışan ayaklarım da. Artık alışkın olduğum, aşina mekanlarda değilim. Bilmediğim yolları zorluyor adımlarım. Niçinini bıraktı zihnim, sorgulamıyor artık. Yağmurun altında ezilen tarla arasındaki toprak yoldan kendine çıkış arayışında bedenim…
Yağmur yavaşlıyor. Artık dingin bir edayla, sakin sakin yağıyor. Gökyüzü, yeniden yükseliyor adeta. Şemsiyem aralanıyor. Mekan yeniden belirginleşiyor. Henüz uyanışa geçmemiş incir ağaçlarının ardından boylanıyor teker teker binalar. Ne zaman bu kadar büyüdü bu şehir? Ne zaman yapıldı bunca ev? Aralarda sıkışan boş arazilerde can çekişiyor adete ağaçlar. Tutundukları toprak ellerinden alınacak diye yağan yağmura sevinemez durumdalar. Ne yazık!
Artık insan eliyle şekillenen şehrin kaldırımlarını arşınlıyor bedenim. Söktüğümüz ağaçlara bedel diktiğimiz yenileri ile süslemeye çalıştığımız yollarda ilerliyorum artık. Renkli ama meyvesiz ağaçların yanından geçiyorum. Ne kadar zamandır yürüdüğümü bilmiyorum. Zamansızlık. Tanıdık sokaklara beni taşıyan ayaklarım, yağmura dayanamadığı için ıslanmış ayakkabılarımdan rahatsız oluyor.
Yeniden kalabalıklaşıyor cadde. Yağmurun şiddeti ile ters orantılı sanki insanların varlığı. Eve doğru sıklaşıyor artık adımlarım. Şemsiyemin kenarındaki damlacıklar küçülüyor, seyrekleşiyor ve dünya iyice belirginleşiyor…
yitmek zamanın içinde
kaçarken zaman bizden
sorgulamadan mekanı
izini sürmek hayatın
bilmediğine bir adım
bildiğine ırak
dumanı üstünde toprağın
buluyla buluşmak
yol almak
yolcu olmadan
yolculuğu yaşamak
bir kervan bulmadan…