Savaşçı ve sanatçı bir halk: İskitler
İskitler, Çin Seddi’nden Karadeniz’in kuzeyi ve Tuna nehrine kadar olan sahada yaşamışlardı. Yayıldıkları bu coğrafya, 7000...
İskitler, Çin Seddi'nden Karadeniz'in kuzeyi ve Tuna nehrine kadar olan sahada yaşamışlardı. Yayıldıkları bu coğrafya, 7000 km'den fazlaydı. Kökenleri hakkında uzun süre çeşitli görüşler ortaya atıldı. Bazı bilim insanları İran kökenli olduklarını, Ruslar ise Slav kökenli olduklarını iddia ettiler ancak bu konu hakkındaki en güçlü görüş, Ural-Altay kökenli olduklarıdır. Kazılardan elde edilen buluntular, kendileri hakkında yazılanlar, ölü gömme gelenekleri, sanat eserlerindeki özellikler, inanışları, görünüşleri ve giyinişlerine ait detaylar, daha çok Türk kavimlerinden olduklarını desteklemektedir.
M.Ö. 8. yüzyılda Orta Asya'da yaşanan kuraklık ve buna bağlı otlak yetersizliği sebebiyle kavimler birbirlerini batıya doğru ittikçe İskitler de daha önce Kimmerlerin yaşadığı bu bölgeye gelip onlarla savaşarak onların yurtlarını ele geçirmişlerdir. Keltler gibi İskitler de kendileriyle ilgili yazılı kaynak bırakmadıkları için onlar hakkındaki bilgiler; Yunan, Pers, Asur ve Çin kayıtlarından, ayrıca bıraktıkları kurgan adı verilen büyük mezar höyüklerindeki kalıntılardan, kayalara çizdikleri şekillerden edinilebilmektedir. İskitler, Asur kaynaklarında 'Aşguzai', Pers kaynaklarında 'Saka', Yunan kaynaklarında 'Skythai', Çin kaynaklarında ise 'Sai' olarak adlandırılmışlardır. Herodot, Hipokrat ve Strabon'un eserlerinde bu savaşçı halkın yaşadığı coğrafya, yaşam tarzı ve gelenek görenekleriyle ilgili değerli bilgiler bulunmaktadır.
Hipokrat, onların soğuğa karşı korunaklı olan, üstleri keçe ile kaplanmış dört ya da altı tekerlekli, öküzler tarafından çekilen arabalarda yaşadıklarını belirtmiştir. Bu bilgilerin Hunlar ve Göktürkler hakkında kaydedilenlerle aynı olması, İskitlerin Türk olduklarını destekleyen bir başka detaydır. Herodot'un kaydettiğine göre İskitler, başta at olmak üzere tüm hayvanları kesip yemekteydi fakat atı yemek için diğer hayvanlara göre daha çok tercih etmekteydiler. Yine Herodot'un kayıtlarına göre İskitler, neredeyse her hayvanı kesip yedikleri halde domuz yemekten ve onu kurban etmekten uzak durmuşlardır. Bu da Türklerin İslam'ı kabullerinden önce de domuzdan hoşlanmadıklarını göstermesi bakımından ilgi çekicidir. İskitlerin bir diğer adeti, Hunlar ve diğer Türk kavimleri gibi kımız içmeleridir ki bu özellikleri de Homeros'un İlyada'sı da dahil olmak üzere Herodot Tarihi'nde ve başka kayıtlarda da yazılmıştır.
Hunlar, Macarlar ve Kumanlar gibi İskitler de and içerken bir kabı şarapla doldurur, içine kanlarını karıştırıp sonra bunu içerler ve ileri gelen kişilere de ikram ederlerdi. Kan kullanarak antlaşma ve dostlaşma adeti, daha sonraki Türk topluluklarında da devam etmiştir.
İskitlerin çok iyi savaşçı olmaları hatta göçebe olmaları, düşmanlarını korkutan özelliklerdi. Hatta bu kültürde savaşçı olan sadece erkekler değildi; kadın savaşçılar da vardı. Sürekli at üstünde olmaları, antrenmanlı kalmalarını sağladığı gibi göçebe olmaları da araziyi iyi bilmelerini sağlıyordu. Bir yerde sabit kalmak zorunda değillerdi çünkü tarımla uğraşmıyorlardı. Az ve kolay taşınabilir eşyalara sahip olduklarından hareket etmeleri çok kolaydı. Bu da her an düşmanlarına tehlike yaratabilecekleri anlamına geldiğinden korkutucuydu. Korumak zorunda oldukları şehirleri, binaları, ekili alanları yoktu ve bu da onları düşmanlarından daha avantajlı hale getiriyordu. Geliştirdikleri savaş taktikleri ve çok iyi ok kullanmaları da kendilerine üstünlük sağlayan özelliklerdi. Nitekim Pers kralı Darius, İskitler üzerine sefere çıkmış; savaş konusundaki maharetlerini görmüş, onlarla savaşmanın ne denli zor olduğunu deneyimlemişti.
İskitler, göçebe ve savaşçı bir halk oldukları için atlarına çok önem veriyorlardı. Onlara da kendilerini süsledikleri gibi sanat eseri değerinde koşum takımları yapıyor, hatta bazen bu süslemeler için altın kullanmaktan çekinmiyorlardı. Kullandıkları at teçhizatı; dayanıklı, işlevsel ve hafifti. Kurganlarda kurban edilmiş atların üzerinde bulunan eyer, dizgin, başlık gibi aletler bunu göstermektedir.
Atları çok değerli bulmalarına ve onlara çok iyi bakmalarına rağmen önemli bir kişi öldüğünde mezarı etrafına gömülmesi için birçok at da kurban edilirdi. Bu, ölen kişiye verilen değeri ve saygıyı ifade etmesi bakımından önemlidir. Ölenle birlikte onun mezarı üzerine ve etrafına gömülen bu atların hepsi, alnının ortasına sivri bir savaş baltası vurularak kurban edilmiştir.
Hükümdarları öldüğü zaman düzenledikleri tören ve burada uyguladıkları ritüeller, Herodot tarafından detaylıca anlatılmıştır. Buna göre ceset, mumyalanıyor ve dörtgen şeklinde kazılmış genişçe bir mezara ahiret inancına göre öteki dünyada ihtiyaç duyabileceği eşyalar ve araçlarla beraber gömülüyordu. Mezarın üstü kapatıldıktan sonra üzerine çokça toprak yığılıyor, böylece kişi yaşarken çadırda ikamet ettiği gibi ebedi istirahatgahına da çadır formu verilmiş oluyordu.
Bu toplum, kutsal kabul ettikleri ve tapındıkları her şeyin bir ruhu olduğuna inanmışlardır. Bu da bize inançlarının Şamanist unsurlar içerdiğini göstermektedir. Ayrıca bu toplumda 'Enaree' olarak adlandırılan bazı yönleriyle Orta Asya şamanlarına benzeyen, erkekliği gelişmemiş, hatta kadınsı özelliklere sahip, toplumda saygın yerleri olan ve kendini inancına adamış din adamları mevcuttu.
İskitler, ucu yukarı doğru ince bir şekilde uzayan başlıklar giyerlerdi. Pantolonu icat edenlerin de onlar olduğu söylenmektedir. Bedenlerine dövme yapmayı severler, vücutlarının özellikle kol ve bacak kısımlarına genellikle mücadele ederken birbirine kilitlenmiş hayvanlar, kuş sıraları ve benzeri motiflerin dövmelerini yaptırırlardı. Ölülerin mumyalanması ve bölgenin soğuk olması nedeniyle günümüze kadar korunmuş olan bazı kalıntılarda stilize edilmiş hayvan motiflerinin kullanıldığı bu dövmeleri görmek mümkündür.
Henüz İpek Yolu dediğimiz ticaret yolu ortaya çıkmadan önce burada bulunan yol ağı; o dönemde Asya'nın tüm yerleşim alanlarını, Kuzey Afrika'yı ve Akdeniz'in ötesindeki Avrupa'yı birbirine bağlamaktaydı. İşte İskitler, Akdeniz ve Çin denizi arasındaki ticari faaliyetlerde aracı görevi üstleniyorlardı. Nitekim Karadeniz ve Altaylar arasında yer alan mezar höyüklerinden çıkartılan Yunan ve Çin kaynaklı zengin kalıntılar, bu bölgenin eski ticaret yaşamı hakkında bilgi verirken İskitlerin bölge ticaretinde önemli bir rol üstlendiğini de ortaya koyar niteliktedir. Bu dönemde ana ticari mal, Yunanistan gibi İskitlerin büyük kısmının yaşadığı Karadeniz kıyıları ve Ukrayna'da bulunmayan ve Asya'dan gelen doğu-batı ticaret yoluyla bu bölgelere taşınan altındı. İskitlerin altına düşkünlüğü ve altın işlemedeki müthiş ustalıkları, bıraktıkları sanat eserlerinden anlaşılmaktadır.
Velhasıl göçebe yaşayan, çok iyi savaşan, ölülerini mumyalayan yani kendine has bir kültürü olan bu halk, yaşadıkları bölgede yüzyıllarca hüküm sürmüş ve muhtemelen kendinden sonra gelenlerin kültürünü de etkilemiştir. Kendilerine dair bilgilerimizin sınırlı olduğu bu gizemli ve kadim halkla ilgili bölgede yapılan her kazıda onların kültürleri, yaşamları, sanatları ve de etkileşimde bulundukları topluluklar hakkında yeni veriler elde edilmektedir.