Sahne, mutfak ve vitrin

Edebiyatta öykünün üç farklı anlatıcısı vardır: Biri, öykünün içinde yaşayan kahraman. Biri, olayları gören ama içinde...

Edebiyatta öykünün üç farklı anlatıcısı vardır: Biri, öykünün içinde yaşayan kahraman. Biri, olayları gören ama içinde olmayan üçüncü kişi. Diğeri de her şeyi adeta ilahi bir gözle yukarıdan takip eden gizli biri…

Arapçadan kalan adı 'hikaye' olan öykü, romanın hemen okunuveren kısa özeti gibidir.

Roman, hayatımızın tamamıysa öykü de birkaç saati veya birkaç haftasıdır.

Diğer dilleri bilmiyorum ama 'Roman' adı, bize Fransızcadan kalmış. İlk romanları Fransızlardan okumuşuz demek ki…

Batı'da roman ve öykü yazarlığının tarihi, bize göre eskidir. Bizde bu türlerin gelişimi, 1860'lara kadar geri gider. Yani Batı'ya açılan pencere olarak adlandırabileceğimiz Tanzimat Fermanı'nın ilanına kadar.

Bir dönem insanlar, harıl harıl roman okumuşlar. Önce sinema, ardından televizyon ve cep telefonları… Tabii işin içine görüntü de girince daha çekici olmuş.

Hayatım roman… Çok duyarız bu ifadeyi… Genellikle sıkıntılı geçen hayatlar için kullanılır. 'Yazsam hayatımdan birkaç roman çıkar' derler…

Ali Poyrazoğlu'nu hatırlar mısınız? 'Hayatım Roman', onun sahneye koyduğu tek kişilik bir oyundu.

Oğuz Atay, 'Tutunamayanlar' adlı romanına şöyle başlar: 'Olay, XX. yüzyılın ikinci yarısında bir gece Turgut'un evinde başlamıştı. O zamanlar daha Olric yoktu, daha o zamanlar Turgut'un kafası bu kadar karışık değildi.'

**

Bunları niye anlattım!

Aslında hepimiz, küçücük bir öykünün içinde yaşayan minicik kahramanlardan biriyiz. Ve o küçücük hikayede yüzlerce kahramanla tanışıyoruz. Hepsinin de hayatı, adeta büyük bir 'roman'. Herkes, kendini romanın başkahramanı yerine koyuyor.

Daha önce de yazmıştım: Ben stadyumda canlı izlediğim futbol maçlarında sahadaki oyundan çok tribünlerdeki taraftarları izlerim.

Orada herkes antrenör, orada herkes altın ayaktır.

Sadece futbol sahalarında mı! Örneğin bayram törenlerinde ya da değişik etkinliklerde.

Hatırlar mısınız? TV'nin ilk yıllarına ait bir dizi vardı: Aşağıdakiler Yukarıdakiler. Dizi, İngiliz yapımı idi. Kocaman bir malikanede yaşayan bir aile ve bunların çalışanlarının maceralarının anlatıldığı dizi idi. Yukarıdakiler efendi, aşağıdakiler de hizmetçi idi.

Ünlü oyuncu Gordon Jackson, dizide evin uşağını oynamıştı.

Bu dizi, bende 'mutfaktakilerle vitrindekiler' kelimelerini çağrıştırır.

Dünya, büyük bir sahnedir ve bu sahnede milyonlarca öykü, roman, film ve dizi vardır.

Kimi aşağıda, kimi yukarıda. Kimi mutfakta, kimi vitrinde.

Vitrindekiler, her şeyi kendilerinin becerdiğini sanırlar. Oysa mutfak olmazsa garson da olmaz kasiyer de…

Her etkinlikte ortaya çıkıp kafasını fotoğraf karelerine uzatıverenler. Son dakika gelip ödüller arasında üç beş süslü cümlecik kuruverenler… Yani mutfakta payı olmadan masaya kuruluverenler…

Uzayıp giden irili ufaklı kahramanlar. Dedik ya, hayatımız roman. Kimimiz başrolde, kimimiz figürasyonda…

**

Facebook'ta kimileri, atarlı ve imalı cümleleri ortaya saçmayı pek seviyor. Bu yazı, özel olarak bir kişi için yazılmamıştır. Yazıyı okuyan herkes, kendini öykünün herhangi bir yerine koyabilir.

Kimi Yılmaz Güney olur, kimi Erol Taş. Kimi de Kudret Karadağ…

Kadınlar da zaten hep Filiz Akın veya Türkan Şoray'dır…

Bakmadan Geçme