Sahiden samimiyet var mı?

Hafta sonu (25 -26 Temmuz) Cumhuriyet Halk Partisi’nin 37. Olağan Kurultay Toplantısı’nı Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı...

Hafta sonu (25 -26 Temmuz) Cumhuriyet Halk Partisi'nin 37. Olağan Kurultay Toplantısı'nı Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu yönetti. Kendisinin ismini duyunca memnun olduğumu söyleyebilirim. Biliyorsunuz sevgili okurum, herhangi bir parti üyesi ya da partizanı olmamaya dikkat ediyorum.

'Bre kadın! Kaç yaşına gelmişsin halen daha safını tutamadın mı?' diye atarlananlara, 'Üzülme kurban, ben harika bir saftayım; fırka-i Naciye'denim' diyorum. 'Öyle bir parti yok, dalga mı geçiyorsun?' diyenler için tekrar açıklamak isterim ki Naciye Fırkası; kurtuluşa erenlerin mezhebi, safı ve partisidir. Kurtuluşa ermek için de ne olursak olalım, hangi ideolojide inançta bulunursak bulunalım samimiyetle birlikte iki çok önemli ilkeye sahip olmamız gerekiyor: Bunlardan ilki iyilik, diğeri de adalettir. Hasbilik denilen içtenlikle taçlanırsa iyilik ve adil olmak, işte o zaman cenneti bu dünyada da yaşarız.

İyilik ve adalet, ahlakımız değilse partimiz ister muhalefet ister iktidar olmuş olsun hiçbir ehemmiyeti yoktur. Yuhalatmak ya da şakşaklatmak, ilkelerden uzaklaşmak, meselenin özüne inememek demek olur ki bu durum da derinliği olmayan bir kuyuya benzer. 'Derin olmayan kuyunun suyu ne zamana kadar bizi idare eder ki?' sorusunu size sorsam 'Böyle saçma bir soruyu sormak için çok mu düşündün?' der miydiniz?

Aydın ilinde dört sene kaldım. Vefatına kadar kendisinin sohbetlerinden beslendiğim senatör Sadettin Demirayak Beyefendi ile birlikte Özlem Hanım'a sorular sormuştuk. Sokak çocuklarını topluma kazandırmak için verdiği mücadeleyi de ayrıca çok takdir etmiştik.

Efe kültürünün ve Kuva-yı Milliye ruhunun şehrin sakinlerine ne kadar sirayet ettiğini bilhassa yakinen gözlemlemiş biri olarak Özlem Hanım'ın şehrin dokusuna katkılarını, gayretli çabalarını takdir ediyorum. Gençlerle de bir araya geldiğimiz zaman onların da sevgisini, saygısını kazanmış bir belediye başkanının kurultayın havasına ahenk kazandırdığından hiç şüphem yok çünkü samimi bir yüreğe sahip.

Lakin ve fakat ile başlayan cümleler, her zaman tedirginlik verse de ister istemez böylesi cümle kurmaya mecbur bırakılıyoruz. Şaşkınlık içinde kurultayın seyrini izledim ve fakat Kılıçdaroğlu'nun tüm il başkanları tarafından aday gösterildiğini bildiren Divan Başkanı Çerçioğlu, adaylık için yeterli sayıya başka kimsenin ulaşamadığını belirtti. 'Eh be canım, şimdi ne diyeyim ben size ah Özlem Hanımcım ah!' diyesim geldi. Yine Kemal Kılıçdaroğlu seçilecekti de bunca tantanaya ne gerek vardı, hafta sonunda hukuk, demokrasi, adalet yaygaraları neden kopartıldı ?

Eğer ile Meğer, uzun bir flörtten sonra evlenip Keşke ile Ah işte adında iki çocuğa karışmış. Dikkat ederseniz son 15 sene içerisinde keşke ile ah işte söylemlerimiz çoğaldı. Dolayısıyla Eğer ile Meğer, bir izdivaç yaptı. 'Eğer ile Meğer de kim?' diye şimdi de siz mi bana soruyorsunuz; kimlerden bahsettiğime yazımın sonunda karar kılınız derim.

Sahi ya; yoksa bunca danışıklı dövüş tesadüf mü? Ne diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan; 'Kılıçdaroğlu'ndan daha iyi genel başkan düşünülemez. Böylesi bir CHP, bizi hiç zorlamaz.' Demek oluyor ki böyle düşünen sadece reis-i cumhur değilmiş!

Görünenler ile görünüşlerin arkasındaki gerçeklerin ne kadar da farklı olduğunu 4000 yıl önce Yunan filozofu Platon (Eflatun) söylememiş miydi? O halde filozof edasıyla dinleyip izleyelim olan biteni arifane! Ve hatırlayalım, on yıl önce bir kaset kumpasıyla nasıl başa getirilmişti Kılıçdaroğlu. Kaset skandalı ile siyasette dengeler sarsılıyor ise iyilik ve adalet yerine oturmamış demektir. 'Oh olsun' demediğim gibi asla rövanş alınsın da istemem.

Öte yandan 24 Temmuz Cuma günü İslam dininde ve tarihinde rastlamadığımız bir durumun yaşanmasına tanık olduk. Davetiye ile camiye gidip namaza iştirak edilmesi, hem çok büyük şaşkınlık yaşattı hem de hayal kırıklıkları…

Daha önceki yazılarımda da belirtmeye çabalıyorum, kişisel iman yolculuğumuzda ister camide ister kilisede ya da havrada dua edelim hiç önemli değil. Aynı zamanda da ibadet ve dua etmek için özel bir mekana ihtiyacımız da yok çünkü tüm peygamberler, yeryüzünün başlı başına bir ibadet yeri olduğunu, temiz tutulup korunup kollanmasını tavsiye buyurmuşlar ve kıyamet kopacağı anda bile elimizde fidan varsa dikmemiz gerektiğini salık vermişlerdir. Bireysel anlamda inanç yaşanması oldukça basit ve kolay iken, insanoğlu kurumsallaştırıp sistemleştirirken kolay olanı anlaşılmakta zorlaştırmış, biz-siz ayrımında safları belirleme derdine düşmüştür.

Din, toplumsal bir oluşumdur. Toplumda var olan her yapı ve kurum ile özellikle de aile ve devlet kurumu ile bağlantılıdır din olgusu. Osmanlı Devleti'nin torunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de çocuklarıyız. Elbette ki tarihsel ve dinsel kodlarımız yani kısacası toplumsal dokumuz DNA şifremiz, cami kültürünü desteklememizi ve mümkün mertebe bu kültürün korunması için gayretle elimizden geleni yapmamızı ister lakin camiye, hem de tarihi öneme sahip bir ibadet yerine haddinden fazla siyasetin kutuplaştırıcı havasını sokmak hiç yakışık almadı. Davetiye ile mi secdeye alın konulacak, dahası bir hutbe okunurken hutbeyi okuyan kişinin kılıçla şov yaparcasına dini vecibeyi yerine getirmesi, yine 'Ah işte' ile 'Keşke' dedirtti. Kuran-ı Kerim ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kılıçla hutbe okunmasının halen şokundayız. Bağdat'ta IŞİD liderinin de aynı tarzda hutbe okuduğunu kendini bilen sorumluluk sahibi din alimlerimiz, 'Dost acı söyler' tadında açıkladı.

Hatırlayalım, İslam tarihinde sahabe efendilerimizin pek çoğu, camide ibadet esnasında öldürüldüler. Neden mi? İbadet halinde kılıç vs. yok hükmündedir. Allah'ın aslanı Hazreti Ali Efendimiz bilemez miydi kılıcı ile secdeye gitmeyi, arkasından hançerleyeni oracıkta öldürmeyi!

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş; din adamından çok devlet adamı, komutan gibi bir endamla hutbe okuyup dua buyurdular. Kendisini izlerken duasının bir duaya ihtiyacı olduğunu düşünmeden edemedim. 'Yapmayın beyler, din kurumunu bu kadar siyaset kurumuna angaje etmeyin' diye haykırmak istiyorum. Tarihte acı tecrübelerden ders alalım. 1934 yılında Ayasofya, Türkçe ezan ve dualar ile müze haline getirilirken bazı ehl-i İslam, için için nasıl ağladıysa inanınız 86 yıl sonra 24 Temmuz 2020 tarihinde de ezan ve dua, asıl lisanı olan Arapçadan okunsa bile samimiyetten uzak olduğu için, sizden-bizden ayrımı yapıldığı için ağlayan, sızlayan ehl-i Müslümanlar da oldu.

Hasbi olmak, samimiyetle davranmak, içten konuşmak bambaşka bir şey; tıpkı her koşulda iyi ve adalet sahibi olabilmek gibi. Kuran-ı Kerim'i yüzünden okumak kadar derinlemesine tefekkür etmek de farzdır. Bakınız Saffat Suresi 155. Ayet ne diyor: 'Hiç öğüt alıp düşünmez, idrak etmez misiniz?'

Bakmadan Geçme