Paranla Satın Alamayacakların!

Sevgili Dostlarım, bugün konu edeceğim şeyi herkesin anlayacağını düşünmüyorum. Çünkü eğer bunun bilincinde olabilselerdi ellerindeki kişilerin...

Sevgili Dostlarım, bugün konu edeceğim şeyi herkesin anlayacağını düşünmüyorum. Çünkü eğer bunun bilincinde olabilselerdi ellerindeki kişilerin kıymetini bilir ona göre saygı duyar, el üstünde tutarlardı. Zaten onlar da bu yazımı okuyunca kendilerini tanıyacaklardır.

Tanrı, yarattığı biz kullarına birçok duyguyu da bahşetmiştir. Sevmeyi, kini, hasreti, kıskançlığı, naifliği, saldırganlığı falan filan işte. Zaman içinde yaşadıklarımızla ve tecrübelerimizle bunları olgunlaştırmayı ya da daha da beslemeyi öğreniyoruz. Ancak hepimiz, Tanrı'nın bir eseri olduğumuzu kabul etsek de yine de bizi iyi niyetli olanlarımızla karşılaştırsın diye de dua etmeden geçemeyeceğim(!). Zira 'niyet', her adımın başı diye düşünüyorum.

'İyi niyetli insanlar', bana göre sevgi ve vicdan sahibi, saygı duymayı ve kıymet bilmeyi de beraberinde getiren insanlardır. Ve biz, bu insanları ne yazık ki artık mumla arar olduk. Eskilerde 'iyiler' içinde 'kötüler' absorbe olurken şimdilerde kötülerin içinde iyiler ezilmesin diye her nerede bir iyi yürek varsa onun etrafını sit alanı gibi çevirmek geliyor içimden.

Oysa dünyanın yaşamsal koşullarının kötülere daha rahat bir zemin hazırladığı görünse de her haltı yine biz insanlar yapıyoruz. Ama en sonunda iyiler kazanıyor ve ilahi adalet, haksız olan hepimiz için işliyor.

Şimdi böyle bir giriş yaptıktan sonra gelelim konu başlığımıza; bazılarımızın hayatında iş yapmaz görünüp yokluğunda varlığının kıymeti anlaşılanlarla, çoğundan daha kaliteli iş yaptığı halde tek kuruş para/maaş almayanlaradır bugünkü yazımın kahramanları! Ve en bariz özellikleri de bu tarz yürekleri 'parayla satın alamayışınızdır'.

İşverenlerin çoğu şunu düşünür; 'Patron benim', 'Maaşını ben veriyorum', 'Ben olmasam bunların hepsi bir hiç', 'Parayı ben veriyorsam benim dediğim olacak', 'Mevcut başarıda benden daha çok başkasının adı geçemez' gibi gibi onlarca bencilce, kibirce ve egoca davranışsal ve düşünsel fikirlerle boğuşur dururlar.

Böylelikle dertsiz başlarına dert, yürüyen işlerin aksamasına sebep, azimle çalışanların yüreğine kırgınlık ve onlar için gönül esaslı çalışanların kıymetini anlamayacak kadar kendi korkaklıklarının esiri olurlar. Ben böylelerine 'kendi ayağına kurşun sıkanlar' diyorum.

Ben yıllarca başka firmalarda üst düzey yöneticilik yapmış olsam da hayatımın bir döneminde işveren sıfatı ile onlarca insanı istihdam ettiğim olmuştur. Şükür ki genç olmama rağmen o dönemlerde bile işinin ehli insanlarla çalışmayı, onların haklarını vermeyi ve onların görüşlerine saygı göstermeyi biliyordum. Aslında hepsinin başı, aileden gelen 'emeğe saygı ve kul hakkı yememe bilinciydi'. Bu, işte de arkadaşlık hatta eş durumunda da 'Benim dediğim değil, doğru olanın ve olması gerekenin değerleri ile hareket etmeyi öğrenmiş olmamla alakalıydı'.

İşletme sahibi, yaptığı işten verim alacaksa önce kendinin o ekibin neresinde olduğuna dair karar vermelidir. Beyni mi, ekip çalışanı mı, sonuç isteyen patron mu, ekip lideri mi? Falan filan, zaten ondan sonra ekibi de o işle alakalı güvenilir ve bilgili kişilerden oluşuyorsa gereken olumlu durum oluşmuş demektir.

Birilerine güvenecekse tam güvenmeli, birilerini ekip başı yapmışsa tek muhatabı o olmalı, birilerini güvenilir görmüyorsa zaten onu kapısından bile içeri almamalıdır. Ancak bizim işverenlerin bana soracak olursanız önce kendileri ile ilgili bir karar vermeleri lazım. Ve 'sahip olmaya çalışmaktan' daha çok 'o oluşumun bir parçası olmaya gayret etmelidirler'. Sağlıklı büyüme böyle olur.

Birilerini yermek, emeğini hiçe saymak, güvenilir ve saygınlık değerlerinin işlemediğini düşünmek, her şeyi paraya endekslemek giderek işletmelerin zayıflayacağı, gönül bağı ve güvenilir çalışanlardan daha çok paralı işçilerin olacağı işletmelere dönecektir ki üretmek önce sevgi, sonra istek, sonra özgürce tasarlama işidir. Ve işini (paradan önce) aşkla yapanların bağlılığı ile işini para endeksli yapanların arasında zamanı gelip kapanmaz bir yaralar oluşmaya başlar, başlamıştır da ve işletme sahipleri 'BEN' duygusundan kurtulamadıkları sürece de devam edecektir.

İşletmelerde görünmeyen giderler vardır ve bunlar, icmalde muhakkak yerini alır. İşletmelerde de görünmeyen kahramanlar muhakkak vardır. Yeri geldiğinde işletmenin ve çalışanlarının asaletini ortaya koyan, hakkını savunan, planlama ve koordine eden, kapanan kapıların tekrar açılmasını sağlayan, küçük işler değil büyük işler ve büyük kalifiye insanlarla temaslarda bulunan, bazen sadece işletmesi için de değil bulunduğu şehri de bir adım öteye taşımak adına nice görünmezler kahramanlıklara soyunmuşlardır.

İşletmelerde, caddelerde, oturduğumuz restoranlarda fark edersiniz çünkü bunların auraları, ışıkları başkadır ve ister istemez fark edilirler.

Böyle insanlar etrafınıza bakınız lütfen, inanın hiç de az değildir. Sadece görmeyi hedefleyin.

Güvenilir, hayatınızı kolaylaştıran, yol gösteren, aklı fikri ve duruşunda vizyon olan onlarca kişi vardır. Kibirden kararmış gözlerinizi siliniz ve tekrar bakınız etrafa derim.

Bu konuda hiç mütevazı olmayacağım, bunlardan biri benim. Tanıdığım kişilerden biri de geçenlerde programıma konuk aldığım ve tek kuruş almadan şehrin Ticaret Odası Başkanlığını yapan sevgili dostum Rıfat Eriş'tir.

Tek kuruş maaş almaz ama herkes iyi maaş aldığını düşünür. Tek kuruş almaz, 'Zengin adam, malına mal ekliyor' denir.

Tek kuruş almazlar o ve kurul arkadaşları üstelik şehrin belki de en çok sonuç odaklı çalışan kurumlarından biridir. Ama başkanının da almadığı maaşı her daim merak edilir.

Yapmayın dostlar, bazı kişilerin satın alınacakları parasal değerleri yoktur. Onca gönülden yaptıkları işlere rağmen hakkı dışında almayı reddedenleri de hakları olduğu halde amme hizmeti gibi ve gönüllülük esası ile çalışan kurum başkanlarımızı da rica ediyorum 'doğrularıyla' analım. İşini aşkla yapan insanları üzmeyin.

Dedikten sonra o halde yarın tekrar görüşmek üzere, Sağlık, başarı ve şans, hep sizinle olsun.

Sevgiler…

Bakmadan Geçme