Mahalle yanarken…

Atasözünü bilirsiniz: “Mahalle yanarken ‘deli’ saçını tararmış!” ‘Deli’, elbette deli değil ama veli de değil hani....

Atasözünü bilirsiniz: 'Mahalle yanarken 'deli' saçını tararmış!' 'Deli', elbette deli değil ama veli de değil hani. Siz anladınız onu…

Mahalle yanarken saçımızı tarayacak değiliz elbette. Yani ülkede ciddi ciddi sıkıntılar yaşanırken ben size 'Şu mahallede çukur var, belediye neden oraya el atmıyor!' tarzında yazı yazmayacağım… 'Evimize filanca gelmiş; hoş gelmiş' selfieleri de paylaşmayacağım. Bunları yapacağıma yazmayı bırakır, hiç olmazsa zamanıma yazık etmemiş olurum daha iyidir.

Kaç günlerdir, en alt ahaliden en üst zevata kadar Suriye meselesini konuşuyor ve 'çözüm' yolları arıyoruz. Hayatını kaybedenlerin yanı sıra sınır boylarında sefalet çekenlerin ibretlik görüntülerini izliyoruz. İbret, 'ders' demektir… 'Kötü, yanlış davranışlardan sakınmayı sağlayan olgu ya da bu gibi olgulardan, olaylardan alınması gereken ders!'

Suriye meselesi hakkında ayrıntılı dersler veya yazılar yazacak da değilim. Bunu zaten çoğu kişi, kendi izlediği yayın organlarından yapıyor.

Ben, konuyla ilgili yazdığım yazıda özetle burada ABD ve Rusya'nın egemenlik mücadelesinin yapıldığını belirterek bu mücadeleye ancak onlar kadar güçlü olabilirsek müdahil olabileceğimizi yazmıştım. Elbette her yurttaşımızın kendi beslendiği bilgi kaynakları doğrultusunda bir düşüncesi vardır.

Ben, kendi minik fikrimce bir şey daha söylemek durumundayım: Kendi bahçesini düzeltemeyenler de başkalarının bahçesine el atmamalıdırlar.

**

Türkiye'de bir siyah-beyaz ikiliği var. Yani 'Ya ondansın ya da benden! Beni eleştiriyorsan düşmanımsın veya hainsin!' Ama hayat öyle değil.

Bu siyah-beyaz ortamda isimsiz kalemşörler de ortalığı kızıştırmaya ve tehditler savurmaya bayılıyor. Bunlara troll deniyor. Kimlikleri de sahte… Yiğitçe yazamıyorlar. Bence bunların bir kısmı cahil maşa, bir kısmı da alet maşa. Cahiller durumu kavrayamadıklarından, aletler ise ortalığı kızıştırmak istemelerinden.

'Ne dersen de, benim fikrimi değiştiremezsin!'

Ama şef yönünü değiştirdi mi bu değişmezler de kıvrak şark dansözü figürleri sergilemekten kendilerini alamıyorlar…

Çok tehlikeli…

**

Gelelim şu sınır boylarımızdaki rezilliklere.

Daha önce de yazdım.

1- Savaştan kaçan güçlü ya da güçsüzlere, 'Ne işiniz var yurdumuzda?' diyemem. Fakat bunların belirli bir bölgede tutulmalarını ve gerekli inceleme ve araştırmaların devamında 'izlenmek kaydıyla' yurt içine girişlerine izin verilebilir düşüncesindeyim. Kendilerine yeni yurt arayanları, ailesinin geçimini bu yeni yurtlarında sağlamak isteyenleri bir 'insan' olarak geri çevirmek bana/bize yakışmaz.

2- Dünya, bir yol geçen hanı değildir. Yani isteyen istediği yere izinsiz kayıtsız gitsin diyemeyiz. Bunu da Tevfik Fikret'in şiirinden örnek vererek yazdım. Burada Yunanistan ile aramızda geçen itiş kakışta Yunan tarafının yapması ve söylemesi gereken de kabaca şudur: 'Demokrasi ve özgürlükler ülkesine hoş geldiniz. Sizi bir süre belli bir bölgede misafir edebiliriz. Hakkınızda araştırma yaparız. Çalışmak isteyenler varsa onları işe yerleştirebiliriz. Ama ülkemiz, yol geçen hanı olmadığı gibi atlama köprüsü de değildir.'

Bu konuda şuna da dikkat edin. Sığınmacılara her iki ülkeden de 'şefkatle' yaklaşanlar var. Bunlar giderken, yemek çorba ikramında bulunurken, gelirken de konukseverliğini göstermek istiyorlar. Amma ve lakin bu gibi durumlara 'izin' vermeyen resmi kurumlar da var. Biri gidin diyor, biri de gelmeyin! Ortak özellikleri; kaba, vatansever ve ırkçı olmaları…

Yazıktır, ayıptır, günahtır…

En sonda da şunu yine yazayım: 'Ya hu! Biz buraya neden ve nasıl geldik? Yani kim nerede yanlış yaptı!' Bir sorumlu olmalı bence. Ve sorumlular da 'Aldatıldık' deyip yollarına devam edememeliler…

Yazıktır, ayıptır, günahtır…

Ama esas dersi de bu mülteci kardeşlerimiz almalı: 'Biz nerede nasıl bir yanlış veya eksik yaptık da ülkemizi demokratik ve çağdaş bir ülke haline getiremedik!' diye sormalılar kendi kendilerine…

Bakmadan Geçme