Libya’nın önemi
2 Ocak günü TBMM’de tezkere oylaması yapıldı. Tezkere, bir işe izin verildiğini gösteren resmi kağıt. Mustafa...
2 Ocak günü TBMM'de tezkere oylaması yapıldı. Tezkere, bir işe izin verildiğini gösteren resmi kağıt. Mustafa Şentop başkanlığında toplanan mecliste 184'e karşı 325 oy ile kabul edilen tezkere sonucu gerektiğinde Libya'ya askerimizi gönderebileceğiz. Haklı olarak soruluyor, Libya'da ne işimiz var ki? Vatanı savunmak için mi askerimiz orada olacak? Bu sorular, elbette sorulmalı. Karşılığında verilen cevaplar da aklen ve vicdanen herhangi bir şüpheye yer bırakmamalı.
Ülkemizin sınırları dışına askerimizi konuşlandırmak için işin ucunda çok büyük menfaatlerimizin olması gerekiyor. Konu ne olursa olsun bir partiyi sevdiğimiz için gözü kapalı evet demek de diğer partiden olduğumuz için anlamadan, dinlemeden hayır demek de doğru değil diye düşünüyorum. Kaldı ki mesele, bir parti meselesinden ziyade devlet politikasını ilgilendirdiği için değerlendirmeler, partilerin ideolojisi ile sınırlı kalmamalıdır.
Aile hayatımızda bile en basit örneğinden alışverişe giderken eşimize 'Ne alalım, ne kadar alalım? Bu ay borcumuz varsa istersen hiçbir şey almasak da olur' demiyor muyuz? İstişare ediyoruz. Yani danışıyoruz. Eksiler ve artılar ile durum değerlendirmesi yapıyoruz. Daha iyi, faydalı olacak olan her neyse seçimimizi ondan yana yapmaya gayret ediyoruz ki aile içinde maddi ve manevi denge bozulmasın.
Peki, aynı şekilde bu akıl yürütmeyi devletin maddi ve manevi kazanımları açısından değerlendirsek iyi olmaz mı? 'Olur canım da ama' diyenlerinizi duyar gibiyim. O zaman durum değerlendirmesini birlikte yapalım mı?
Libya, bizim için gerçekten ne anlamda?
Kuzey Afrika'da yer alan Libya, Akdeniz'e en uzun sınırı olan ülkeler arasındadır. Doğusunda Mısır, batısında Cezayir ve Tunus… Hatırlayalım; Tunus'ta 2010 yılında Muhammed Buazizi adlı bir esnaf, ekonomik sıkıntıları dile getirerek intihar etmişti. Arap Baharı da böylece ateşlenmiş oldu. Demokrasi ve insan hakları konuşulacak diye beklenirken meselenin barışla, baharla ilgili olmadığını büyük resme bakılınca anladık. Sonrasında Mısır ve Suriye olayları ile Büyük Ortadoğu Projesi'ni daha iyi idrak etmiş olduk. Sınırların ve dengelerin değişikliği, büyük projenin bir bölümü idi.
Tunus, Mısır, Suriye nasıl karıştıysa benzer olaylar, Libya için de söz konusu. Libya'da Muammer Kaddafi'nin öldürülmesinin ardından sular durulmadı. İç savaş can yakıyor.
1950 yılında Birlemiş Milletler'in desteği ile bağımsızlığını kazanan Libya'nın başkenti Trablus. Bu tarihi ülkenin geçmişteki adı Trablusgarp idi. Türkiye'mizin mazisini sadece Cumhuriyet tarihi ile sınırlı tutmazsak tarihi bağlarla Libya'ya bağlanmış oluyoruz. Nasıl mı?
Yedi asır boyunca cihana hükümran olmuş Osmanlı İmparatorluğu'nu günahları, sevapları ile kabullenebilirsek Ortadoğu'nun bizim için önemini de daha yakinen anlarız. Bu bağlamda bugünün Libya'sı, tarihin Trablusgarp'ıdır. Ülkemiz açısından hiç şüphesiz tarihsel öneme sahiptir. Sadece tarihsel demek de yeterli olmaz, jeopolitik anlamda da Libya bizim için önemli.
Sevgili okurum, bazılarınız 'Yahu tarih, tarihte kaldı. O zaman bahsedilen toprak, ülke sınırları içindeydi. Şimdi durum farklı' diyebilir.
Günümüzden altı asır önce , 15. yüzyıldaki Coğrafi Keşifler ile beraber kendilerine sömürge arayan İngiltere, Fransa, İtalya tarafından işgal altına alınmıştı Osmanlı. İngiltere Mısır'a, Fransa Tunus'a, İtalya da Trablusgarp'a çoktandır göz dikmişti. Osmanlı'nın siyasi, sosyoekonomik durumu nedeniyle Afrika topraklarındaki yerleri ihmal etmiş olması, dış güçlerin işgallerinde etkiliydi.
İtalyanlar, 29 Eylül 1911 tarihinde Trablusgarp'a savaş ilan etti. Mustafa Kemal Atatürk, o zaman genç bir Osmanlı subayı olarak görevlendirilen askerler arasındaydı. O zamanlardan ne kadar idealist olduğunu şu sözlerden anlayabiliyoruz: 'Vatan selamet bulacak, millet mesut olacaktır çünkü bu uğurda kendini feda edebilecek vatan evlatları çoktur.'
Bu fikirler ile geri dönmeyen subaylar, İtalyanlar ile mücadele etti. Bu savaşta İtalya da en az Osmanlı kadar zarar aldı. Balkan Savaşları'nın patlak vermesi nedeniyle İtalya ile Osmanlı, 1912 yılında Uşi Antlaşması'nı imzaladı. Bu anlaşma ile Osmanlı, Kuzey Afrika topraklarından ayrılmak zorunda kaldı. Yapılan anlaşma gereği halk, inanç bakımından Osmanlı'ya bağlı kalacaktı.
Coğrafi açıdan da bizim için değerli. 19. yüzyılda Doğu Akdeniz denilince bölgede tek güç Osmanlı idi. Zaman değişti, tek gücün yerinde birçok devlet yerini zamanla aldı.
Aynı zamanda Süveyş Kanalı'nın açılması sonrasında ticaret rotası da Doğu Akdeniz'e yöneldi. Doğu Akdeniz, petrol ve doğalgaz rezervleriyle önemli hale geldi. Doğu Akdeniz'e kıyısı olan ülkeler de elbette pastadan nasibini almak istiyor.
Doğu Akdeniz'de enerji kaynaklarının önemli hale gelmesi ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin ilk işi burada deniz yetki alanlarını sınırlandırmak oldu. Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin de hakları olmasına rağmen pastayı bizimle bölmek istemiyorlar. İstemeyen sadece Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi değil, aynı zamanda İsrail, Rusya, Amerika vs.
Türk Deniz Kuvvetleri, 2006 yılından bu yana Akdeniz Kalkanı Harekatı ile Doğu Akdeniz'de doğalgaz, petrol, sondaj çalışmalarında eşit hakları olduğunu vurguluyor.
Tarihte Coğrafi Keşifler ile nasıl pazar arayışları varsa bugün de aynı istekler mevcut… Gönül istiyor ki boş verelim çünkü daha önce vuku bulan Arap Baharı bahanesiyle iç savaşların mezhep kavgalarının benzeri Libya'da da var. Mevcut hükümete diş bileyen Hafter ve taraftarları ile onları destekleyen Libya içinde veya dışındaki terör grupları, Mehmetçiğimiz için büyük problem olabilir. Suriye örneği en büyük ibret lakin akılsal düşünürsek haklarımızı da savunmalıyız. Tereyağından kıl çeker gibi sorunları uluslararası hukuk ve diplomasi kullanarak çözüme kavuşturmamız, en doğrusu gibi görünüyor.
Bazı tarihçiler, 'Atatürk, Trablusgarp'ta şeriat ayaklanmasını bastırmak için gitmişti ama isteksizdi' gibi ifadelerde bulunuyor. Her ayaklanmayı dine, şeriata bağlamak da doğru mu?
Tarihi bağlarımızı, coğrafi konumdan kaynaklanan maddi menfaatlerimizi elimizin tersiyle ittirmeyelim ama askerimizi kabul edilen tezkere ile de ateş çemberinin içine düşüncesizce, plansızca göndermeyelim.
Zaman, birlik zamanı…
'Hiçbir şey gökten inmez, yerden taşar
Bir millet ahlakıyla, kardeşliğiyle ya ölür yahut yaşar…'
Mehmet Akif Ersoy