Korona’dan daha beteri: İspanyol gribi
Salgın hastalıklar, tarih boyunca insanlığın başına bela olmuşlardır. Tifo, çiçek, veba, tifüs, frengi, kolera gibi hastalıklar,...
Salgın hastalıklar, tarih boyunca insanlığın başına bela olmuşlardır. Tifo, çiçek, veba, tifüs, frengi, kolera gibi hastalıklar, çeşitli zamanlarda şiddetli bir şekilde kendini göstererek dünya nüfusunu önemli ölçüde azaltmışlardır. Bu illetlerden biri, daha 20. yüzyılın başlarında tam da büyük bir savaş devam ederken ortaya çıktı.
1918 ilkbaharının Mart ayında I. Dünya Savaşı'nın sonuna gelinmişti ki ABD-Kansas'ta bulunan Fort Riley ve Camp Funston kışlalarında bir grip salgını baş gösterdi. Önceleri sıradan bir grip vakası olarak görülen bu hastalık, aradan fazla zaman geçmeden 1000'den fazla kişiye bulaştı ve yine çok kısa bir sürede bunların 46'sı hayatını kaybetti. İlk kurbanlarını aldıktan altı ay sonra bütün dünyayı sardı ve tarihte görülen en ölümcül salgınlardan biri oldu. Sadece on sekiz ayda dünya nüfusunun üçte birini enfekte etti ve milyonlarca insanın canını aldı. Bu acımasız hastalığın adı influenza, nam-ı diğer İspanyol gribi ya da nezlesi idi.
İlk Amerika'da görülmesine rağmen İspanyol gribi denilmesinin sebebi ise bir yanlış anlamaydı. Amerika gibi savaşta aktif rol oynayan ülkeler, halkın moralini bozmamak ve düşmana zayıf görünmemek için basına sıkı bir sansür uyguluyor, hastalık hakkında haber yapılmasının önüne geçiyordu. İspanya savaşta tarafsız bir ülke olduğu için basın, sıkı bir sansüre tabi değildi. Hastalıkla ilgili haberler, bu ülke basınınca serbestçe yayınlayabiliyordu. Sonuç olarak insanlar, hastalığın İspanya'ya özgü olduğuna inandılar ve ona bu yanlış kanı nedeniyle İspanyol gribi adı verildi.
İspanyol gribi ilk ortaya çıktığında belirtiler hafifti. Hastalar genellikle titreme, ateş ve halsizlik gibi semptomlar yaşıyor, çoğu da birkaç gün sonra iyileşiyordu. Ancak gün geçtikçe tehlikeli bir hal aldı. 1918 sonbaharında artık kontrolden çıkmış ve 15. yüzyılın sonlarında İngiltere'de görülen terleme hastalığı (Sudor Anglicus) gibi çok kısa bir zaman dilimi içerisinde can almaya başlamıştı. Öyle ki insanlar, sabah hasta uyanıp gün içinde ani bir şekilde hayatlarını kaybedebiliyorlardı. Örneğin Washington'da üç kadın arkadaşıyla birlikte oturan genç bir kadın, yetkilileri arayıp iki arkadaşının öldüğünü, birinin ise durumunun ağır olduğunu, hastalıktan sadece kendisinin etkilenmediğini bildirmişti. Yetkililer, kısa bir süre sonra eve geldiklerinde dört kadın da ölü bulundu.
Hastalığın semptomları, ilk ortaya çıktığından çok daha ağırdı. Enfekte olan kişilerde yüksek ateş, nefes darlığı, oksijen azlığı nedeniyle cilt renginin mavimsi bir hal alması, ciğerlerde kan ve sıvı birikmesi, kusma ve burun kanamaları gibi durumlar gözleniyordu. Hastalık; akciğerlere, böbreklere ve beyne ağır hasarlar verebiliyordu. Nitekim Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti'nin kurucu hocalarından Dr. Osman Şerafettin, 1918 yılında kaleme aldığı makalesinde yaptığı otopsiler sonucunda elde ettiği bulguları ortaya koyarak hastalığın insanda yarattığı tahribatı, akciğer, böbrek ve beyin üzerindeki etkilerini detaylı bir şekilde anlatmıştı.
Bundan önceki birçok grip türü; çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar gibi belli bir risk grubunu etkilerken İspanyol gribi, bu risk gruplarından başka 20 ila 40 yaş arası sağlıklı yetişkinleri de etkiliyordu. Ölenlerin çoğu, erkekler ve hamile kadınlardı.
Hastalıktan en çok kayıp, Asya ve Afrika kıtalarında yaşandı. Öyle ki Güney Afrika'da grip sonucu ebeveynlerini yitirip kimsesiz kalan çocuk sayısı, 500 bini bulmuştu. Dünya genelinde ise hastalığın en çok vurduğu kesim; kötü beslenen, kötü konutlarda oturan ve sağlık hizmetlerinden faydalanamayan yoksullar ve göçmenlerdi. Yani sosyo-ekonomik durum, salgından etkilenmede en önemli faktördü. Sefaletin ve nüfusun yoğun olduğu Hindistan'da milyonlarca insan hayatını kaybetti.
Savaş dönemi olması nedeniyle birçok kişinin askere alınması, birliklerin tren ve gemilerle oradan oraya nakli, mağdur olan insanların mülteci olarak başka ülkelere sığınması yani o dönemde sosyal hareketliliğin çok fazla olması, hastalığın çok hızlı bir şekilde dünyaya yayılmasında etkili oldu. Hastalık, kısa sürede Avustralya'ya ve en uzak Pasifik adalarına bile ulaşmıştı.
Salgın, tüm dünyayı etkilerken Avrupa toprakları üzerinden Osmanlı'ya giriş yaparak Anadolu'ya da yayılmıştı. Anadolu'da ölenlerin sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte İstanbul'da ölenlerin sayısı, 6400'den fazla idi.
Ne yazık ki 20. yüzyılın başlarında şu anki teknolojik ve tıbbi imkanlar mevcut değildi. Doktorlar, virüslerin varlığından haberdar oldukları halde o tarihte elektron mikroskobu olmadığından hiçbirini görmemişlerdi ve virüslerin genetik materyalleri henüz keşfedilmemişti. Bu nedenle onlara karşı herhangi bir şey geliştirmek oldukça zordu. Nitekim hastalığı bitirmek için aşı geliştirilmeye çalışılsa da başarılı olunamadı. Yayılmasını önlemek için ise karantina uygulaması, bazı kamu kurumlarının kapatılması, maske takma zorunluluğu gibi yöntemler uygulamaktan başka bir yol yoktu. Hükümetler ve yerel yönetimler, salgını kontrol altına almaya çabalıyorlar ama bu çabalar çaresizlikle sonuçlanıyor, hastalığın yayılmasının önüne geçilemiyordu. Virüs; Eskimo yerleşimlerine bile ulaşmış, tam anlamıyla silip süpürmüştü.
Bugün koronavirüsü ekonomik açıdan fırsat olarak gören bazı kesim gibi o zamanda da bu salgından faydalanmaya çalışan bazı firmalar, gazetelere reklamlar verdiler. Örneğin, Haziran 1918'de İngiliz gazetelerinde insanlara virüs hakkında bilgi veren bir kamuoyu uyarısı yayınlanmıştı. Ancak daha sonra bunun bir vitamin şirketi tarafından üretilen Formamints adlı tabletin reklamı olduğu ortaya çıktı.
Velhasıl İspanyol gribi, dünya çapında yayılıp birçok kişiyi enfekte ederek 20 ila 50 milyon insanın ölümüne neden oldu. Bazı insanlar, gribin neden olduğu iltihabi duruma vücudun tepkisi nedeniyle kalp krizi ve inme gibi durumlardan hayatını kaybetti. Hayatta kalan bazı hastalarda virüs sonrası depresyon görüldü. Savaş nedeniyle zaten mevcut olan doktor sıkıntısı, virüs yüzünden birçok doktorun hayatını kaybetmesiyle iyice sıkıntılı bir durum halini aldı ve tıp öğrencileri, bazı yerlerde doktorların yerini almak zorunda kaldı.
Virüs, savaştan daha fazla insan kaybına neden olmuştu ancak I. Dünya Savaşı'nın bitmesinde de etkili oldu. Salgın öncesinde bulaşıcı hastalıkların alt sınıfları ve geri ırkları etkilediği görüşü hakimdi fakat en çok yoksullar ve göçmenler arasında görülse de kimsenin hastalıktan muaf olmaması, bu görüşü önemli ölçüde zayıflattı. Bu anlayışın değişmesi, kamu sağlığı stratejilerine olumlu şekilde yansıdı ve sağlık hizmetlerinin gelişmesine, herkesin bu hizmetten ücretsiz faydalanması anlayışının benimsenmesine yardımcı oldu.