Kelle-i hümayundan

Bir apartmanın adına dalıp giderken “Kelle-i hümayunuma üşüşenleri sizinle paylaşmayacağım da kiminle paylaşacağım?” hissiyle kaleme almış...

Bir apartmanın adına dalıp giderken 'Kelle-i hümayunuma üşüşenleri sizinle paylaşmayacağım da kiminle paylaşacağım?' hissiyle kaleme almış olduğum yazı, kaç kişiye tefekkür kazandırır bilemiyorum ama yazmadan da edemiyorum. Hikaye anlatımına katkılarıyla andığımız şair ruhlu hikaye anlatıcısı Sait Faik Abasıyanık'ın dediği gibi, 'Yazmasam Deliririm' cinsinden bir tutku benimkisi…

Efendim, seneler senelere evrildikçe düşüncelerimiz de olgunlaşıyor, demleniyor. En azından öyle olmasını arzu ediyorum. Gurbeti duyumsayalı beri göçebe yaşamlara, mültecilere ve gurbetçilerimize olan hassasiyetim daha bir arttı. Bu duygu kalbi sarınca eşyalarla olan ilişkimiz, onlara yüklediğimiz manalar bile değişiyor.

2011 yılından bu yana dış politikadaki hatalarımızdan ötürü tavsayan uluslararası ilişkilerimiz ve sonrasında önü alınamayan mülteci sorunu, bugün vicdanı olan herkesin canını yakmaya devam ediyor. Ege sahillerindeki mülteci cesetlerinden sonra şimdi Van Gölü kıyılarından da acı haberler geliyor. Onlar ve biz ayrımında yaşamayalım çünkü küreselleşen dünyamızda artık her şey, herkes için bir olasılık taşıyor. 'Olmaz öyle şey' demeyelim; 'Olabilir, imkan dahilindedir' diyerek duyarlı olalım, empati kuralım.

İşte tam böylesi bir duygusallıkta karşı binadaki apartmanın adına yoğunlaşıyorum çünkü adında gurbet var.

Gurbetçi Apartmanı!

Apartmanın ismi gurbet ile hemhal ise, hasret kokuyorsa hakkında yazı da yazılır, beste de yapılır, şiir de yazılır kanaatindeyim. Bu kasabada varlık kazanan ilk apartman, Gurbetçi Apartmanı'ymış. 'Bir vesileyle apartmanın önünden geçsem. Acaba kimin yeridir, nasıl bir duyguyla inşa edilmiştir?' diyerek kafamda hikayeler oluştururdum. Sadece hikayeler oluşturmakla kalmadım. Sosyalleşmek adına sakinleriyle de tanıştım. Bir selam değil mi hepi topu; 'Hemşerim, memleket bizim değil mi?' cinsinden…

Zaman içinde pek çok milletten Ademoğulları, Havvakızları uğramış bu semt-i diyara; 'Neresi mi burası?' diye meraklandıysan belirteyim. Dünyaya açılan bir ilçemiz Alanya. Henüz il değil ama Antalya'dan daha popüler olduğu söyleniyor. En azından bundan 10-15 sene öncesi öyleydi.

'Apartmanına gurbetçi adını verdiğine göre muhakkak ki kişi, gurbetin hasretliğini hücrelerine kadar yaşamıştır' diye tahayyül etmiştim. Araştırmalarım sonucunda öğreniyorum ki Viyana'ya işçi olarak giden Ahmet amca ile Zübeyde teyzenin gerçek hayat serüveni ile karşılaşıyorum.

Zübeyde teyzenin gelini, yabancı bir hatun kişi. Aradan geçen yıllar, Türkiye'yi ve İslamiyet'i benimsemesine kapı aralamış. Ülkemizde anılar biriktirmiş, yalnızca anılar biriktirmekle kalmamış, kendi hikayesini de değiştirmiş. Kolay değil sanırım ülkesini, kültürünü ve de inancını değiştirmek. Kendi benliğine farklı format atabilmek, burada bizim bakış açımızla olaylara bakmaya çalışmak. Sizce de zor mu sevgili okurum?

'Bana sorma da kime sorarsan sor' modunda mısınız yoksa 'Ah yazar hanımcım, ah gel de beni bir dinle. Asıl hikaye bizim evde' mi diyorsunuz? Kim bilir, siz de bana kase-i fağfurdan neler anlatıyorsunuz.

2016 yılında İzmir Goethe Enstitüsü'ne Almanca kursu için gittiğim zaman yurt dışında gurbeti soluklamanın ne anlama geldiğini en az öğrenmiş oldum. O yüzden diyebilirim ki sadece bir dili öğrenmek kadar oradaki kişilerin duygularını hissedebilmek adına kurs, daha önce farkına varmadığım hayatı da göz önüne sermiş oldu. Gurbetçi adına bu kadar takılmamın nedenlerinden biri de budur.

Kursta pek çok kişi, Almanya'ya işçi olarak gidecekti. Sevdikleri oradaydı. Yalnızca merak ettiği ilim öğrenmek için gelen de vardı elbette ki. Mesela benim gibi 'Bir lisan, bir insandır' diyen, idol olarak benimsemiş olduğu filozofu kendi anadilinden okumak adına yabancı dil öğrenen arkadaşlarım da yıllar içerisinde oldu diyebilirim. Her öğrendiğimiz ve yaşamımıza bir şekilde dokunan ne varsa bizi olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkiliyor. Yepyeni bir kültür içinde farklı yerler, arkadaşlar tanımak da bakış açımızı, düşünce yelpazemizi zenginleştiriyor. Daha önce aklımızın ucunda bile olmayan şeyler, adeta ete kemiğe bürünüp vücuda gelebiliyor.

'Hayret' diye başlayan cümleler kuruyoruz. 'Hayret doğrusu, ben yabancıların içinde bu kadar iyi insanlar olduğunu düşünmezdim' dediğimiz gibi toplumsal sorunları daha akılcı ve demokratik kurallarla idare etmeleri karşısında da başka şaşkınlıklar yaşayabiliyoruz.

Alanya Yabancılar Meclisi'nde tanıdığım Berkan Hanım, yabancıların burada rahat ve huzurlu çalışması için çırpınırken aslında Türkiye'mize çok değerli hizmetlerde bulunmuş oluyor. Bu vesileyle tanış olduğum Augin Bey bir Hıristiyan. İnanılmaz sevgi dolu bir yüreğe sahip. Kendisine 'Nasıl böyle bir yüreği koruyabiliyorsun?' dediğimde bana kendi kutsalından yanıt vermişti: 'Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için dua edin' İncil Luka 6: 27, 28

Sanırım son yıllarda Hıristiyan olmaya özenen gençler, en çok bu anlatımın etkisinde kalıyor. Evet, yabancılardan İslamiyet ile şereflenenler var ama bir o kadar da toplumumuzda gayri İslam olmayı seçen de mevcut. Bu gerçeği gözlemlemek, kabullenmek, bir o kadar da nedenini sorgulamak durumundayız.

Augin de bir gurbetçi. Kendisi, Hollanda'da ve İsviçre'de yaşıyor. Yılın iki buçuk ayında Alanya'da ikamet ediyor. Çalışmak için çıkıp gittiği gurbet ellerde kalakalmış. Ülkesinden uzakta gurbetin sızısını her an duyumsayıp da doğmuş oldukları ülkeye tekrar geri dönmelerine engel olan nedenleri ciddi anlamda kritik etmeliyiz. Kendi değerlerimizden sapmadan, farklı olanları incitmeden onları anlayabilmek için bu eleştirel tavır, mantıksal açıdan elzem görünüyor.

Meseleye yalnızca ekonomi açısından bakıp geçiştirmek de gerçeklerin çok boyutlu olduğunu ıskalamak demek olacaktır. Batı kültürünü ve medeniyetini iyi tanımak istiyorsak muhakkak ki onların kutsalını bilmemiz gerekiyor. Bunu yaparken Hıristiyan olmamız gerekmiyor hiç şüphesiz ancak içimizden bu dini seçenleri de iyi anlamak, hemen yargılamamak gerekiyor. Öte yandan sosyal devlet yapılanması ve ileri demokrasi anlayışlarını da karşılaştırmalı olarak gözden geçirmeliyiz diye düşünüyorum.

Ne adına mı?

Öncelikle 'Yurtta Barış, Dünyada Barış' prensibimizi koruyabilmek, bulunduğumuz coğrafyada huzuru sağlayabilmek için… Federal Almanya Cumhuriyeti'nin anayasasının ilk maddesine insan onuruna dokunulmayacağı ilkesi ile başlaması ve sonraki maddede insan haklarının devredilemez olduğunun her türlü insani ortaklığın temeli vurgulaması yapması, bize bir şeyler fısıldıyor olmalı!

Bakmadan Geçme