Kaldırımlar yayaların, yollar araçlarındır
Her ne kadar kimi çevreler tarafından şiddetle itiraz edilse de hayatın kendisi bir evrimden yani yavaş...
Her ne kadar kimi çevreler tarafından şiddetle itiraz edilse de hayatın kendisi bir evrimden yani yavaş ve usul usul meydana gelen bir değişimden ibarettir.
Evrim deyince insanların aklına hemen Darwin'in 'canlıların evrimi' ile ilgili görüşleri geliyor.
Hatırlanacağı gibi Charles Robert Darwin, bir İngiliz biyolog ve doğa tarihçisidir. İnsan dahil tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evrildiğini öne sürmüştür.
1800'lerin başında doğan ve babası da ünlü bir doktor olan Charles Darwin'in 'Türlerin Kökeni' adlı kitabında bulunan 'Yaşam Ağacı', canlıların zaman içinde geçirdiği değişimi anlatırken kullandığı mitolojik bir semboldür. Bu sembolün birçok inançta yer aldığı da bilinmektedir. Antik çağda Aristo'dan Konfüçyüs'e kadar pek çok önemli kişinin evrim konusunda yazılar yazdığı, İbn-i Sina ve İbn-i Haldun gibi isimler de evrim ile ilgili değişik teoriler ortaya koyduklarını kaynaklar yazarlar.
Charles Darwin, sanıldığı gibi 'insanlar maymunlardan türemiş' de dememiş ama her iki türün ortak atadan bugünlere geldiğini iddia etmiştir.Canlıların evrimi ile ilgili görüşlerin tartışılması yazı konumuz değil.
Yazı konumuz, kültürel evrimle ilgili olduğu için küçük bir anımsatma yapayım dedim.
Bizim çocukluğumuzda İzmir Fuarı'na gitmek büyük bir olaydı. Gidip gelenler, Zeki Müren ve Emel Sayın gibi sanatçıların konserlerini ballandıra ballandıra anlatırlardı. İzmir Fuarı'na gitmek, biraz kültür biraz da maddi imkan meselesi idi.
Bizim çocukluğumuzda ergen kızlarla ergen erkeklerin sokakta sohbet etmeleri, yolda giderken selamlaşmaları ve hal hatır sormaları büyük bir cesaret isterdi.
Geçtiğimiz günlerde ergen bir erkeğin kullandığı motorun arkasında oturan ergen bir liseli kızın arkadaşına (büyük olasılık sevgilisi idi) bir sarılışı vardı ki sanki çalacaklar!
Her şey değişiyor. Hiçbir şey aynı kalmıyor. 'Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?' sorusu bile anlamsızlaşıyor. Çünkü hiçbiri, öncekinin tıpatıp aynısı değil!
Toplum da değişiyor, gelenekler de…
Eskiden Ramazan aylarında bazı lokantaların camları ya perde ile örtülür ya da içerde yemek yendiği fark edilmesin diye gizlenirdi. Aslına bakarsanız eskiden topluma açık, aleni yerlerde yemek yenmezdi.
Peki şimdi öyle mi! Bakıyorsunuz, lokantalarda yemek yeme geleneği şimdi nerdeyse tersine dönmüş! Lokantaların içi boş ama çevresindeki kaldırımlarla yollara masalar atılıyor. Lokantacıları suçlamıyorum. Fakat bu yeni yeni yaygınlaşan alışkanlık, çoğumuzun bir evrilme sürecinin içinde yaşadığımızın kanıtıdır.
Herkes razı!
Sunan razı, yiyen razı.. 'Yiyen var yiyemeyen var' demeden sokakta yemek yemek bir gelenek haline geldi.
Birçok Avrupa ülkesinde benzeri alışkanlığın ya da geleneğin olduğunu görüyoruz. Hatta İstanbul ve birçok turistik merkezimizde de benzeri uygulamanın varlığı fark edebiliyoruz. Buna genel anlamda bir itirazım yok.
Uygulamaya kentin bazı bölgelerinde izin verilebilir. Nedir buradaki ölçü? Bölgenin benzer özellikler taşıması ve özellikle araç trafiğine kapalı olmasıdır.
Bakıyoruz yaşadığımız alanlara, herhangi bir ölçü yok! Tek ölçü, işgaliyenin ödenip ödenmediği!
Oysa kaldırımlar yayaların, yollar da araçlarındır. Eğer burada işgaliye alması gereken birileri varsa bu da başta yayalar olmalıdır! Belediyeler, yayalar ve araçlar adına işgaliye alamaz. Alırsa da yayalara ve araçlara alternatif sunmalıdır.
Peki sadece lokantalar mı! Nerdee!
Özellikle alışveriş merkezleri. Kaldırımda yürüme hakkı bırakmıyorlar. Neymiş, işgaliye vermişlermiş!
Peki yayanın güvenli yürüme hakkı nerde?
Yetmiyormuş gibi yolları da parselleyip önlerine deniz dalgası benzeri araç gereçler koyup sokak ve caddeleri iyice daraltıyorlar.
Tedaş, Telekom, çöp ve doğalgaz kutularından yer kaldı ise kaldırımlar yayaların, yollar ise araçlarındır.
Peki bunları bir düzene koyması gereken devlet nerde!
Devlet, böyle durumlar için yok mu? Devlet, topluluk halinde yaşayan insanların belli kurallar içinde yaşaması için kurulmuş bir örgüt ya da araçtır. Toplumun kendiliğinden oluşturduğu gelenekler, artık insan ormanı haline gelen kentlerin yönetilmesi için yeterli olabilir miydi!
Yakında vatandaşlar caddelere 'nerde bu devlet' pankartları asarlarsa şaşırmayalım.
Bu düzeni koruyacak örgütlenmenin adı da devlettir…
Yani belediyedir, emniyettir…
Son paragraf: Artık evlerimizde kapılarımız açık televizyon da izleyemiyoruz. O kadar çok gürültü var ki! Başta denetimsiz motosikletler… Ve araçlardaki son ses müzik sistemleri…
Bizim kültürümüzde devlete özel bir kutsallık yüklenir.
Öyleyse, ya devlet başa…