Kadim ilişki: İnsanoğlu ve hayvanlar
İnsanların hayvanlarla ilişkisi, tarihin her döneminde karşımıza çıkar. Gerek gıda olarak, gerek yük taşıtma işlerinde kullanmak...
İnsanların hayvanlarla ilişkisi, tarihin her döneminde karşımıza çıkar. Gerek gıda olarak, gerek yük taşıtma işlerinde kullanmak için, gerek uzak yerlere ulaşmak için, gerek haberleşmek için, gerekse tehlikelerden korunmak için insanoğlu, tarih boyunca hayvanlara ihtiyaç duymuştur. Hatta mağara duvarlarında ve petrogliflerde görüldüğü üzere insanoğlunun betimlediği ilk varlıklar da hayvanlar olmuştur. Hayvanlar, insan yaşamını o kadar etkilemiştir ki insanlık tarihi boyunca bazı inançları simgelemiş, masal ve söylenceleri doldurmuştur.
İnsana en yakın hayvanlardan biri olan köpek, evcilleştirilen ilk hayvandır ve tarih boyunca insanoğluna arkadaşlık etmiştir. Yaşam alanları etrafında tehlikelerden korunma amacıyla beslenen köpekler, eski devirlerden beri savaşlara da katılmışlardır. Romalılar kaçan esirleri yakalamak için köpeklerden yararlanmışlar, Yunanlılar ise ölüme mahkum edilen kişilerin cesetlerini köpeklere parçalatmışlardır. Homeros, zeka ve hassaslığına hayran olduğu köpeklerden birçok şiirinde bahsetmiştir. Hatta bazı köpekler için mezar steli bile yapılmıştır ki bunlardan biri, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunur. Roma dönemine ait olan bu mezar taşı, Anexeos adlı bir gencin sevgili köpeği 'Parthenope' anısına diktirilmiştir ve üzerinde kabartma bir köpek tasvirinin de bulunduğu dokunaklı bir yazıttır.
Eski insanlarda günlük hayatta çokça kullandıkları atın da önemi çok fazlaydı ve bu at sevgisi, Yunanlılarda isimlere bile yansımıştı. 'Hippos', at demekti ve Yunanlılarda hippo ile başlayan birçok isim vardı. At sevgisini büyük yöneticilerde de görmek mümkündür ve Makedonya Kralı İskender, buna iyi bir örnektir. Büyük İskender, 'Bucephalus' isimli atını o kadar seviyordu ki onu hiç yanından ayırmıyor, girdiği her savaşa onunla katılıyordu. Öldüğünde çok üzülmüş, ona muhteşem bir mezar yaptırmış ve mezarın yakınlarına 'Buchepala' adlı bir şehir kurdurmuştu. Bu şehrin kalıntıları, günümüzde Pakistan'ın kuzeydoğusunda bulunan Pencap eyaletindeki Jhelum kasabasındadır.
Romalıların çılgın imparatorlarından biri olan Caligula; insanlarla hayvanları bir tutar, verdiği ziyafetlerde çok düşkün olduğu 'İncitatus' adlı atını da bulundurur, yiyeceğinin altın kaplarda sunulmasını ister, ona kendi içtiği tastan su verirdi. Tarihçi Suetonius'un yazdığına göre Caligula, atına hediyeler verirdi. Onun için mermer bir ahır, fildişi bir yemlik yaptırmıştı ve ona hizmet etmeleri için köleler, üşümemesi için mor battaniyeler tahsis edilmişti. Mor, daha önceki yazılarımda da bahsetmiş olduğum üzere elde etmesi zor ve pahalı bir pigment olduğundan sadece hanedan mensupları ve soylular tarafından kullanılabiliyordu. Suetonius, Caligula'nın atına verdiği önemi vurgulamak için battaniyelerin mor renkte olduğunu özellikle belirtmiştir.
Eski insanların evcilleştirip hayatlarına dahil ettikleri hayvanlar, sadece köpek ve atla sınırlı kalmamıştı. Birçok medeniyette aslan, kurt, ayı, pars gibi vahşi hayvanlar da evcilleştirilmiş hatta evlerde beslenmişti. Bu vahşi hayvanlar, avlarda kullanılmak için ama özellikle yakınlarında bulunan insanlara ne kadar korkusuz olduklarını göstermek için yani gösteriş için beslenmekteydi. Örneğin Atina'da birçok kişi, vahşi hayvanları evcilleştirmekte mahirdi ve bu hayvanlar, evlerde beslendiği gibi sokaklarda da bulunurdu. İnsanları ısırmalarından dolayı bir emirname çıkarılmış ve tasmasız dolaşmaları yasak edilmişti. Romalılar, vahşi hayvanları hipodromlardaki kanlı gösterilerde kullanmakla birlikte evlerinde de besliyorlardı. Örneğin, Roma İmparatoru Caracalla'nın birçok pars ve aslanı vardı. Bunlardan birini yemek yerken bile yanında bulundururdu. Ancak özellikle imparatorun yanında bulunan bu vahşi hayvanların tehlike arz etmemesi için dişleri sökülmüş, tırnakları kesilmiş olurdu.
Aslan, kaplan, ayı gibi hayvanların yanında bir dönem Roma'da evlerde yılan beslemek de moda olmuştu. Bunun en iyi örneği ise yılanını kendi elleriyle besleyen İmparator Tiberius'tur.
Yine kuş sevgisi de insan-hayvan ilişkisi incelendiğinde ilk çağlardan başlamaktadır. Kanarya, saka, bülbül gibi küçük kuşlar, güzel ötüşlerinden dolayı insanlara zevk vermiş, bu yüzden evlerde beslenmiş; güvercin, eski çağlardan beri haberleşmede kullanılmıştır. Horozlar, keklik ve bıldırcınlar ise sadece gıda olarak görüldükleri için beslenmemiş, aynı zamanda dövüştürülmek için kullanılmışlardır. Hatta horoz, dövüşlerde kullanıldığı için en kıymetli hediyelerden biri olarak kabul edilmiştir. Yırtıcı kuşlar da özellikle avlanmak ve zenginler tarafından zevk için beslenen hayvanlardandı. Özellikle Roma'da kartal, çok sevilen ve kutsal kabul edilen bir kuştu çünkü tanrıların habercisi olduğuna inanılırdı. İmparator Neron'un da bir kartalı vardı ve onunla zaman geçirmekten hoşlanırdı.
Türk tarihine baktığımızda savaşçı bir toplum olduğumuz için at, diğer hayvanlardan daha önemliydi diyebiliriz. Nitekim dünyada lazım olduğu gibi ahirette de lazım olacağı düşünüldüğünden Orta Asya Türklerinde atla gömülme olayı yaygındır ki birçok kurganda kalıntıları bulunmuştur.
Türklerde atlara verilen önem, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de devam etmiştir. Bazı yöneticiler, bu hayvana duydukları sevgiyle öne çıkmışlardır. Örneğin IV. Murat ve Genç Osman, atlara düşkün olan padişahlardandır.
Türkler, avlanmak için ok ve mızrak gibi aletlerin yanında yırtıcı kuşları da kullanmışlardır. Özellikle Selçuklu döneminde büyük av törenleri düzenlenir, sadece av işleri ile uğraşan 'Emir-i Şikar' ya da 'Bazdar' adı verilen emirler bulunurdu. Bu emirler, av ile ilgili ne varsa hepsiyle ilgilendikleri gibi bunların en önemli görevleri, sultanın av törenlerinde kullanılacak olan yırtıcı kuşların eğitilmesiydi.
Türklerin kuşlara olan ilgi ve sevgisinin örneklerini mimaride de görmek mümkündür ki süslü büyük binaların ve cami duvarlarının üzerlerine kuş evleri eklenmiştir. Bu; özellikle 15. yüzyıl mimarisinin etkisiyle yaygınlaşmış, 19. yüzyıla kadar birçok yapıda kullanılmıştır. Türklerde hayvan sevgisini gösteren en önemli örneklerden biri de 1800'lerde inşa edilen 'Gurabahane-i Laklakan' (Düşkün Leylekler Evi) adlı yapıdır. Türkiye'nin ve dünyanın ilk hayvan hastanesi diyebileceğimiz bu yapı, göç ederken yaralanan kuşları tedavi edip onları yine göç yoluna koyabilmek amacına hizmet ediyordu.
Avrupalı gezginlerin yazdıkları seyahatnamelerde de Türklerin yalnızca kuşlara değil, ayrıca sokak kedi ve köpeklerine, yük hayvanlarına besledikleri sevgi ve merhamet; onların bakımları için kurdukları vakıf ve tedavi merkezleri, hayvanları korumaya yönelik çıkarttıkları kanunlar, sıklıkla yer almaktadır.
Velhasıl sevgi, korunma, korkutma, avlanma, cesaret gösterme, iş için faydalanma, gösteriş yapma ve benzeri birçok sebepten insanlar, tarih boyunca hayvanlarla yakın ilişki içerisinde olmuşlardır. Günümüzde ise tüm dünyada yeni yerleşim ya da tarım alanları açmak için yaşam alanlarını daralttığımız hayvanlara gelişen imkan ve teknolojiden dolayı artık ihtiyacımız kalmadığından onları koruma ve de hayatımıza dahil etme davranışı, sadece sevgi ve merhamet duyguları ile sınırlı kalmıştır.