İstereemmm

Fransız filozofu Andre Gide: “Hakikatin rengi gridir” Bayram demek kalabalık demek, coşku ve sevdiklerimizle bir araya...

Fransız filozofu Andre Gide: 'Hakikatin rengi gridir'

Bayram demek; kalabalık demek, coşku ve sevdiklerimizle bir araya gelebilmek olsa da salgın hastalık nedeniyle Mart ayından bu yana gerek milli gerekse de dini bayramımız biraz buruk yaşandı. Küresel aktörlerin planları bir tarafa, öte yandan bir diğer bakış açımızda da coşkularımızı, sevinçlerimizi daha içte yaşamak adına ruhi anlamda terbiyeden geçtiğimize inancımız var. Tutmaya çalıştığımız oruçların bizi tutmasına, sadakalarımızın, iyiliklerimizin hedefine kavuşmasına niyaz ve dua ediyorum. 'Şeker tadında geçirebildiniz mi mübarek Ramazan Bayramı'nı?' diye size sormak istiyorum sevgili okurum. Her zaman itidal üzere, aşırılıklardan uzak, sağduyulu olmanızı diliyorum.

Züğürt Ağa filmindeki Abdo Ağa gibi 'İsteremm' diye bağırmak arzusundayım. Demlenmiş bir yürekle sakince dinlemeyi, anlamayı, hemen karar kesmemeyi, sizden bizden ayrımında bulunmadan akıllıca sevmeyi, hakaret etmeden eleştirebilmeyi istiyorum. Hangi partiden olursak olalım dini inançların, ideolojik görüşlerin siyasete alet edilmeyeceği, bazıları canımızı yaktı diye herkese aynı biletin kesilmeyeceği, kindar olmayacağımız günlerde insanca yaşamayı istiyorum.

Bildiğiniz üzere bayram öncesi yine toplumda bir vaveyla kopartıldı. İzmir'de camiden yükselen İtalyan şarkısı 'Çav Bella' ve daha sonra Selda Bağcan'ın 'Yuh Yuh' şarkısı dinlettirildi. Bazı kişilerin diğer bazılarını zan altında bıraktığı örneklerden birini daha yaşadık. Bu duruma İzmir Müftüsü Şükrü Balkan, itidalli yaklaşmış ve yaşanılan talihsizliğin tüm İzmirlilere mal edilemeyeceğini belirtmişti. Müftü beyin sakince, tarafsız yapmış olduğu açıklamadan dolayı kendisine teşekkür ederim.

Çok da münasip ve yerinde bir açıklamaydı. Kaldı ki yüzde 101 kesinlikle İzmirli ya da CHP'li birinin yapmış olduğuna dair bir delil yok. 2019 yılı yerel seçimlerinde Ağrı'da camiden dombra şarkısı çalınmıştı. Kaldı ki bunu da yine tüm Ağrılıların ya da AKP'lilerin üzerine yıkmak, doğru da olmaz adaletli olmaz.

Doğru ve adaletli olmak, İslam dinini benimseyenler için aslında Kuran-ı Kerim ilkesidir. Maide Suresi 8. Ayet: 'Bir kişiye, bir gruba olan kızgınlığınız, hırsınız sizi adaletsizliğe sürüklemesin.'

Selda Bağcan, 'Bu halkın kaliteli bir sanatçısı olarak camiden şarkımın çalınmasını doğru bulmuyorum. Provokatif bir eylem olarak değerlendiriyorum' diye konuşmuş. Kendisine çok saygı duyuyorum. Kaldı ki durumu Ateist Derneği'ne destek veren bir arkadaşımla da kritik ettim. Adını duyurmama izin vermediği için ismini yazamadım lakin fikirleri ne kadar isabetli diye düşündüğümden sizinle de paylaşmaktan mutlu olacağım: 'Dinsiz ya da Tanrısız bir kişi bile değil camide, diğer tüm ibadet yerlerinde aykırılıklar yapmaz. Yapılmasına da saygı duymaz.'

Hakikatin rengini yalnız beyazda ya da siyahta arayanlar, sadece evetçi yahut hayırcı olanlar gerçeğin gri tonda bir renk olabileceğini akıllarına getiremezler. Onlar için ben ve sen, bizden sizden ayrımından başkası yoktur. Böyle olunca da kutuplaşmalar, yıkıcı konuşmalar, yaftalamalar, sadece siyah yahut yalnız beyaz ısrarımız, hakikati görebilmemize engel teşkil ediyor. Hepiniz ya da hiçbiriniz söylemleri yerine herkesi aynı kefeye koymadan bazıları dersek diğer bazılarını zan altında bırakmamış oluruz. Bu hassasiyet, aynı zamanda insanlık görevimizdir.

Bu satırları yazarken bir zamanlar (1930) siyasi hesaplaşmalar uğruna 'İrtica hortluyor, şeriat geliyor' kışkırtmaları sonucunda çok partili hayata merhaba demek isteyen Serbest Cumhuriyet Fırka'nın alelacele kapatılmasını, Ali Fethi Okyar'ın istifaya zorlanmasını ve birkaç ay sonra da tarihi Menemen Olayı'nın yaşanıp Asteğmen Kubilay'ın şehit edilmesini anımsadım. Oysa ki Ali Fethi Bey'e 'akıllı dost' anlamına gelen Okyar soyadını Atamız vermişti. Dahası demokrasi adına kendisini de cesaretlendirip muhalif bir partide başkan olmasına fırsat veren de yine Atatürk'ümüzdü. Demek ki bazıları, Atatürk'e bile diş bileyip koltuk sevdasına düçar olmuştu ki Ali Fethi Okyar'ı istifaya zorlayıp çok partili hayata olan hazımsızlıklarını gizleyememişlerdi.

Tarihten ders alınmazsa ya aynısıyla ya da aynı zihniyette ama farklı bir ideoloji ekseninde tekrarlanma gibi canlılığa sahipmiş. Elbette ki suçu genellemek, herkesi zan altında bırakmak, 'Her laik böyledir' ya da 'Her dindar böyledir' çıkarımında bulunmak doğru olmaz. Hakikatin renginin gri olduğunu kabullenmek gerekiyor. Dolayısıyla ister istemez şunu düşünmeden edemiyorum: Bir zamanlar 'Şeriat hortluyor' propagandaları, yerini 'Din elden gidiyor' kışkırtmalarına mı yerini bırakacak? Böylesi bir düşünce bile kahrediyor yürekleri, hem de inanan inanmayan hepimizi.

Laikliğin dinsizlik olmadığını, dindarlığın da kindarlık olamayacağını, dinin ya da cumhuriyetin ardına saklanıp perde arkasından iş çevrilmemesini, siyasetin daha kaliteli, kucaklayıcı bir tarzda şiddet ve hakaret dilinden uzak yapılmasını çok ama çok istiyorum. Aynı zamanda sevdiğimiz liderleri akıllıca sevebilmeyi… Severken eksi ve artılarıyla kabullenmeyi…

Galat-ı meşhur

Galat-ı meşhur, kahir ekseriyet tarafından doğru bilinen yanlışlıklardır. Örneğin; Hazreti Muhammed Peygamber için Kuran-ı Kerim'de belirtilen ümmi nitelemesini klasik tefsircilerin bazıları, 'okuma yazma bilmiyor' olarak çevirmişler. Halbuki ümmi ifadesi için yüksek tahsil almamış, eski kavimlerin kültür ve inanç öğretilerini okumamış, bu konularda bilgi sahibi değildir de denilebilir. 'Ticaretle uğraşan bir peygamber, eğitim için seferber olan bir şahsiyet nasıl olur da kendisi okuma yazma bilmez?' diye hiç düşünmezler mi bazıları çeviri yaparken bilmek isterdim.

Hadis-i şerif yani peygamberin sözü olarak kabul gören 'Harp hiledir' ifadesindeki hile kelimesi için Arapçada pek çok karşılık vardır. 'Savaşma stratejisi', 'Savaşma sanatı, yöntemi' gibi kelimelerle de anlatabilecekken çeviri yaparken sadece hile denmesi, 'el- emin Muhammed' denilen peygamberin ahlakına ve Hud Suresi 112. Ayeti gereğince 'Dosdoğru olunuz' emriyle hiç bağdaşıyor mu? Dindarlık ile hile yapmak, kandırmak nasıl aynı terazide yer alabiliyor hiç düşünmez mi çeviri yaparken bazıları?

'Atatürk, 19 Mayıs 1919 günü rotasız, eski kağnı bir vapurla kıyıdan gizlene gizlene Samsun'a çıktı' diyenler, o günlerde Mustafa Kemal Atatürk'ün genç bir Osmanlı subayı olup devletin izin ve bilgisi dahilinde hareket ettiğini hatta o dönem 1.Dünya Savaşı sonrası yürürlüğe konulmak istenen Mondros Mütarekesi gereği Karadeniz'de olan İngilizlerden vize alarak dönemin en konforlu gemisi Bandırma ile yanında en az elli küsur mürettebatla Anadolu'daki ayaklanmalar için bizzat Sultan Vahdettin tarafından gönderilmiş bir subay olması, neden saklanması gereken bir vaka olarak gösterilmiş, efsaneleştirilmek istenmiş sormak isterdim.

Gazeteci-yazar Murat Bardakçı'nın 'Şahbaba' ve 'Bir Devlet Operasyonu: 19 Mayıs' adlı kitaplarını incelemenizi tavsiye ederim. Murat Bey, padişah yanlısı ve cumhuriyet düşmanı olmadığı için araştırmacı kişiliğine son derece hürmet ediyorum.

'Ya hep ya hiç' demeden, bizden-sizden, dinsiz-dindar ayrımcılıkları yapmadan, hakikatin gri tonlarda da olabileceğini anlamaya gayret ederek hakaret etmeden akıllıca eleştirmeyi ve yine akıllıca sevmeyi istereemmm…

Bakmadan Geçme