İstanbul şehir içinde şehirler…

'Stalingrad yalnızca savunma yapan son asker öldüğünde ele geçirilebilir' Üstteki söz, İkinci Dünya Savaşı yıllarına aittir....

'Stalingrad yalnızca savunma yapan son asker öldüğünde ele geçirilebilir'

Üstteki söz, İkinci Dünya Savaşı yıllarına aittir. İkinci Dünya Savaşı, dünya tarihinin gördüğü en büyük savaşlardan biridir. II. Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en kanlı savaşıdır. Savaş sona erdiğinde 60-65 milyon arası insan öldüğü tespit edilmiştir. Bunların 27 milyonu Sovyet, 10 milyondan fazlası Çinli, 6 milyonu Yahudi, 6 milyondan fazlası Alman'dır.

İkinci Dünya Savaşı'nı başlatan Almanlar, Mihver Devletleri şemsiyesi altında tüm Avrupa'ya acımasız şekilde yayılıyordu. Başlarda tek hedefi Avrupa olan Hitler, Sovyetler'e karşı saldırmazlık anlaşması imzalamış olsa bile işgal ettiği yerlerden tatmin olmayınca gözünü Sovyetler'e dikecek kadar aç gözlü olmuştur…

İlber Ortaylı, İkinci Dünya Savaşı'nın sonu anlamına gelen Stalingrad savunmasının şehir savaşlarının en ünlülerinden biri olduğunu kaydeder. Stalingrad'ı kuşatan Alman ordusu teslim olur. Esirler, savaşın yıktığı Sovyet Rusya'nın yeniden inşasında çalıştırılır. Bazı askerler, 6-7 yıl esaret altında yaşarlar.

Savaş yıkıcıdır. Savaş kötüdür. Savaş insani değildir…

Nereden aklıma geldi bunlar anlatayım.

Geçtiğimiz hafta sonu Coşan İldun Turizm ile İstanbul turuna katıldım. Epeydir aklımda idi, 'nasip' bu yılaymış diyelim.

Üniversiteyi İstanbul'da okudum. Altı yılım geçti o büyük şehirde. 1990'da okulu bitirip mesleğe atıldıktan sonra uzun süre koptum İstanbul ve arkadaşlarımdan. Beş yıl önce bir haftalığına gittiğimde çok değişmiş bulmuştum şiirlerin yedi tepeli şehrini. O zaman yeniden keşfettim, yeniden buluştum arkadaşlarımla. Arkadaşlarım da arada Ödemiş'e geldiler.

Bu kez hem bir turla gezmenin keyfini yaşayayım hem de arkadaşlarla yeni bir buluşma yemeği yapalım düşüncesi ile 'seyahat' dedik.

İstanbul, hızla büyüyen bir kent. Büyürken elbette sorunları da paralel olarak artıyor.

En çok ne dikkatimi çekti derseniz. Öncelikle gökdelen olarak adlandırılan büyük binaların hemen her bölgede yükseliyor olması. İkinci olarak bütün kavşakların çalı ve çiçek grubu bitkilerle süslenmiş olması. Üçüncü dikkatimi çeken durum da neredeyse bütün üst geçitlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın resimleri ile süslü pankartların yer alması idi.

Tarihi yarımadada Arap turistlerin yoğunluğu ve dükkanlarda Arapça tabelalar… Ve normalin çok üstünde emniyet tedbirleri. Özellikle Beyazıt Meydanı çevresinde çok sayıda eli silahlı genç polisin yoğunluğu. Adalar'dan Şile ve Ağva'ya kadar vapur ve minibüsle kilometre yaptık.

Adalar güzel ama Şile ve Ağva'nın adı çıkmış. İstanbul'dan iki saatliğine kuzeye gidip Şile ve Ağva'ya ulaşıyorsunuz. Bizim Seferihisar'ın Sığacık'ı daha hareketli. İstanbul'un bu her iki sayfiye bölgesi, Birgi'nin eline su dökemez.

Kuzey ormanları, yavaş yavaş betona yenik düşmeye başlamış. İstanbul, doğuda Gebze, batıda Silivri yönüne genişlerken kuzeyde Belgrad ve Beykoz ormanları yönüne doğru hızla büyüyor. Biliyorsunuz, o bölgede üçüncü köprü ve üçüncü havaalanı inşaatları var.

Otelimiz Batı Şehir'de idi. Batı Şehir, İstanbul'un batısında kalan Bağcılar ilçe sınırları içinde bir site şehir. Oteli, spor alanları, yeşil alanları, camisi, mağazaları ve güvenliği olan büyükçe ve modern bir köy şehir gibi. Korunaklı… İşten geliyorsunuz ve modern köyünüzde ertesi sabahın olmasını bekliyorsunuz. Ve yeniden iş günü.

İşte şehir savaşları buradan aklıma geldi. İstanbul, deprem korkusuyla hızla yenileniyor. Hali vakti iyi olan aileler, eski şehir dışındaki bu modern köylere kaçıyor. Bizans'ın taş, Osmanlı'nın ahşap kültürü yerine beton binalar yükseliyor.

Osmanlı sona yaklaşırken yapılan 'yıkılmadık ayaktayız' sarayı Dolmabahçe'nin arkasındaki Süzer Holding'e ait büyük bina, İstanbul görüntüsünün karnına hançer saplanmış gibi.

Yayalaştırılan Taksim'deki taşınabilir ağaçlar, banklarda güpegündüz hareketsizce yatan hapçılar ve tinerciler, yıkılan Atatürk Kültür Merkezi ve eski Sular İdaresi'nin arkasında yükselen Taksim Camii inşaatı.

Biz aile olarak tur ekibinden bir iki mekanda ayrıldık. Örneğin; ekip Topkapı'yı gezerken ben üniversite çevresinde idim. Tur ekibi Kumkapı eğlencesinde iken biz arkadaşlarımızla Beyoğlu sokaklarında buluşmada idik.

Altı yılımı verdiğim Laleli'deki Edebiyat Fakültesi önünde selfie yaparken aniden beliren genç üniversite öğrencilerinin üniversitelerin bölünmesine karşı yapılan öğrenci eylemi. 1987 yılındaki 14 Nisan eylemi aklıma geldi. Aksaray'da toplanan 2000 civarında öğrenci, öğrenci derneklerinin kapatılmasını protesto için Beyazıt'a kadar yürümek istemiş, yürüyüş korteji polis tarafından bizim okulun önünde kesilmişti.

Ertesi günü başta Hürriyet olmak üzere birçok gazetenin baş sayfasında büyük boy fotoğraflar eşliğinde 'Ne oluyor?' başlıkları ile 12 Eylül darbesi hatırlatması vardı…

Kimi arkadaşlarımız, 'Ben yolda yürüyordum; aniden iki kişi koluma girince kendimi eylemde buldum' diye ifade vermişlerdi.

'Dejavu' ya da 'tekerrür' mü oluyor ne dedim… Onlarla aynı coşku ile Beyazıt'a kadar yürüdüm.

Aynı gün Karaköy'den Taksim'e yürüyerek çıkarken İstiklal Caddesi'nde iş cinayetlerini protesto eden grupla beraber Galatasaray Lisesi önüne kadar yürüdük. Grupta arkadaşlarımla karşılaştım.

Koca İstanbul'da iki eylemin ortasında buldum kendimi. Ve Karaköy ve Galata kulesinde sokak müzisyenleri. Her ikisinde de İzmir Marşı… Sanki karşılama hazırlanmış gibi!

İstanbul, 20 milyona yaklaşan çok kültürlü ve çok şehirli bir 'megakent' haline gelmiş.

Boğazın altından geçen Avrasya tünelinden de geçtik, boğazın üstündeki ikinci köprüden de…

Bizi gezdiren Coşan İldun Turizm'e ve bizi İstanbul'da ağırlayan arkadaşlarıma teşekkür.

Megaşehir İstanbul gezisinin ardından kendimi başkent Birgi'nin çınarları altına attım…

Birgi'ye gözümüz gibi bakmalı, en ufak çeperden korumalıyız.

***

Önceki hafta, Balkan turu gezisindeki gözlem ve anıları kaleme aldığım 'Koştur Koştur Balkan Turu' broşür/kitabım çıktı.

Eline geçmeyenler, Coşan İldun Turizm'den edinebilirler.

Bakmadan Geçme