Ilımlı İslam ve siyaset
Bu satırları kaleme aldığımda Patrik Bartholomeos’un Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’ye gittiği bilgisi haber ajanslarındaydı....
Bu satırları kaleme aldığımda Patrik Bartholomeos'un Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi'ye gittiği bilgisi haber ajanslarındaydı. İnsan Kardeşliği Bildirisi'nin 1. yıl dönümü nedeniyle gidilen Abu Dabi gerçeğini pazartesi günü Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde yapılan Filistin Olağanüstü Konferansı paralelinde değerlendirelim. İnsan Kardeşliği Bildirisi ile Beklenen Mesih-Yeni Dünya İmparatorluğu ve Yeni Din Anlayışı hedefi, birbirinden bağımsız değil. Mesih-Mehdi yazı dizisiyle bu bağlantılara değinmiştim. Bugünkü yazım da aslında bu bağlantılardan kopuk değil çünkü Patrik Bartholomeos, ziyareti sırasında dinlerarası diyalogun önemini belirtti ve şu açıklamayı yaptı: 'Gerçek din, gelecek ve cennet uğruna bugüne ihanet edilemez.'
1997 yılının 28 Şubat'ında bazı siyasi kararlar alınmıştı. Demokrasi tarihimize 28 Şubat Post Modern Darbesi olarak geçen bu darbe neticesiyle 54. Hükümet'in başbakanı N. Erbakan, dönemin Cumhurbaşkanı S. Demirel'e istifasını sunmuştu. Erbakan hükümeti düşürülmüş, başörtüsü yasağı başta olmak üzere sınırlamalar getirilmişti lakin bu yasaklara İslam inancına hizmet etmek için var olduklarını söyleyen Gülen Cemaati pek aldırış etmedi. Aldırış etmedi diyorum çünkü o dönemde üniversite son sınıf öğrencisiydim ve başörtülüydüm. Biz mağduriyetimizi hukuksal yönden aramak için mücadele ederken cemaatte başörtülü arkadaşlar herhangi bir direniş, bir çaba göstermiyor ve daha ötesi bize 'Boşuna direnmeyin' diyorlardı. 'Hazreti Dangalak' adlı köşe yazımda bu durumu anlatmıştım.Hazreti, aziz demek. Yanlış anlaşılmak istemem. Siyasi mücadele içinde yer alıp üniversiteden üç yıl gecikmeli mezuniyetimi, saflık derecesine varan kendi dangalaklığımı eleştiriyorum.
1999-Gülen ABD'ye yerleşmeden önce…
1998 yılında Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü adıyla Gülen Hareketi, çığ gibi büyüyordu. Fethullah Gülen'in öncülüğünde kurulan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın tertip ettiği uluslararası toplantılar, Bolu-Abant'ta yapılıyordu. Uhuvvet-kardeşlik-barış eksenli söylemler, farklı din adamları ile olan mektuplaşma ve diyalog çalışmaları sürüyordu. Farklı din ve kültürde olanlar ile görüşmek ve onlarla fikir alışverişinde bulunmak, elbette insani bir durumdur ancak buradaki mevzu daha farklıydı.
İslamiyet'te ılımlı bir harekete neden ihtiyaç duyulmuştu?
Kuran-ı Kerim'de Tövbe Suresi 5. Ayet'in emrini çok sert buluyorlardı. Bu ayette belirtilen 'Müşrikleri nerede bulursanız öldürün' ifadesini sevgili okurum birlikte irdeleyelim. Müşrik demek, şirk koşan kişidir. Bazı tefsir hocaları, bu ayeti yorumlarken kafirleri diye anlatır. Kafir, küfür eden demek olur ki gerçeği hakikati örten anlamındadır.
Kuran-ı Kerim'in tarihçesini, teolojisini ve terminolojisini iyi idrak edersek bu kutsal metin, hiçbir zaman 'Ey Allah'a iman etmeyenler' diye seslenmez. Kafir ya da şirk koşan kavramını kullanır çünkü muhatap olduğu toplumda Allah'a iman etmeyen hemen hemen yoktur. Peki asıl mesele nedir? Son peygamber Muhammed Aleyhisselam'ın tebliğine iman edip etmemektir. Kimi 'Sana inanıyorum' deyip biat etmiş kimi de gerçeği bildiği halde inanır gözüküp öte yanda kafir ve şirk yolunu seçmiştir.
Kafirun Suresi'nde bu seçimde herkesin özgür olduğu anlatılır. O halde şimdi aynı kutsal metinde neden öldürme (kıtal) emri vardır? Ayetlerin tarihçeleri ve sosyolojik (toplumsal) yönünü anlamamız, meseleyi doğru tetkik etmemizde yardımcı olacaktır. 610-622 yıllarında Mekke dönemi ayetlerini görüyoruz. 622, Medine (Yesrib) kentine ilahi bir göç zamanıdır. Araplar, genellikle dağınık aşiret, kabile şeklinde yaşarlar. İlk defa Medine döneminde toplumsallaşıp devlet gücüne erişildiğini biliyoruz. Peygamberin tebliğine iman etmenin yanında kurduğu İslam Devleti'nin bekası için uygulanan çeşitli anlaşmalar vardır. O zaman o bölgede Yahudiler ve Hıristiyan inancından taviz vermeyenler de mevcut. Bir devlet oluşumunda tebaa olarak biat ettiğin kurallara döneklik yaparsan devletin oluşumuna zarar verirsin. İşte bu zarar olmasın, devletin bekasına halel gelmesin anlamında kıtal (öldürme) hak görülmüştür. Ayetleri sadece iman edip etmeme olarak okursak meselenin derinliğinden uzaklaşırız. Devlet, kendini korumak için savaşır. Gerek savunma gerek taarruz olarak İslam tarihinde savaşlar mevcuttur.
Cumhuriyetin ilanı döneminde de yeni oluşmuş bir devlet rejimini korumak için İstiklal Mahkemeleri ve idamları anımsayalım. Meseleyi dönüp dolaştırıp inanan inanmayan ekseninde yorumlarsak devlet-siyaset-toplum gerçeğini göz ardı edip hatalı konuşmuş oluruz.
O halde özetlersek her ayeti ya da her toplumsal olayı inanç ekseninde açıklamayacağız. Her kim, hangi toplumsal yapılanma ya da hangi devlet oluşumu içerisindeyse ne olursa olsun inancı kadar milli devletini korumak gibi de bir görevi vardır. İslam peygamberinin de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün de savaşırken öldürme emri verirken milli devlet bilinci sorumluluğu ile hareket ettiğini görüyoruz.
Bu genel bilgi doğrultusunda Ilımlı İslam Projesi'nde mensubu olunan toplumun devlet politikası, milliyetçilik, ulus devlet anlayışı, milli devletin bekasını korumak gibi düşünceleri olmadığını söyleyebiliriz.
O zaman sevgili okurum, şöyle bir matematiksel denklem kurabiliriz: Kuran-ı Kerim Müslümanlığı ile F. Gülen Cemaat Müslümanlığı birbirine eşit değildir.
28 Şubat 1997-Post Modern Darbe ile niçin Erbakan hükümeti düşürüldü sorusunun cevabını da az çok izah etmiş oldum. Necmeddin Erbakan'ın eleştirdiğim aşırı söylemleri, siyasi hataları elbette vardı ama milli ulus devletine bağlı İslam inancı çizgisindeydi. Emperyalist güçlerin projesi olmayı tercih etmemişti.
Ilımlı İslam Projesi'nin gazetelerinden Zaman Gazetesi'nde Erbakan aleyhine yazılar kaleme alınıyordu.
'Bu cemaat, Hazreti Muhammed Peygamber'e ve onun öğretilerine iman etmiyor mu?' diye birkaç arkadaş araştırma içerisine girmiştik. Gülen'in her kitabını pür dikkat okuyordum. Prizma adlı kitabında Kutbu'l Aktab dediği bir kavram vardı. Kutb'ul Aktab yani kainatın, alemin nizamı ile ilgilenen, seçilmiş, vazifeli velilerden bir zat. Bir anlamda peygamberlerden bile üstün bir makamdan bahsediliyor. Gelmiş her peygamber, inancını tebliğ edip gitti. Bu inançlara saygılı olunmalı ama dinler kendi başına müstakil bırakılmamalıydı. İnsanlık, kardeşlik denilen uhuvvet çatısı altında barış içinde yaşamalıydı. Kutb'ul Aktab, Mesih-Mehdi beklentisinin bir versiyonuydu.
Matematikteki kesişen kümeler gibi ortak değerler alınmalı, bir uzlaşı yoluna gidilmeliydi. Zaten bu amaç uğruna Kelime-i Tevhid, 'La ilahe illallah Muhammeden Resulallah' ifadesindeki 'Muhammeden Resulallah' çıkarıldı.
Yeni Dünya Düzeni'ndeki din anlayışı, tek Allah inancında tüm dinlerin birleşimidir. Dinlerarası Diyalog Hoşgörü konferansları olarak bildiğimiz Bolu-Abant Toplantıları, bu görüşün zeminini oluşturdu.
'Nasıl?' sorusunun cevabını izninizle salı günkü köşe yazımda anlatmaya gayret edeceğim.