İki Çocuk Bir Öykü

Günlerden Salı. Az yukarısı Salı Pazarı. Patatesten soğana, limondan enginara şimdi tüm tezgahlar cıvıl cıvıldır. Albenisi...

Günlerden Salı. Az yukarısı Salı Pazarı. Patatesten soğana, limondan enginara şimdi tüm tezgahlar cıvıl cıvıldır. Albenisi üstünde kıpkızıl domatesler, tadı renginde saklı yenidünyalar. Denizin tadını tuzunu sofraya akıtmaya hazır derya kuzusu balıklar.

Kardeşimle beraber eski Salı Pazarı'na doğru çıkıyoruz. Ara sokaklardan birindeyiz. Yürümek, insanı hem dinlendiren hem eğlendiren bir eylem. Meraklı gözlerle sağa sola bakınıyorsunuz. Yürümenin bir anlamı da yaşadığınız çevreyi keşfetmek olsa gerek. Yaşadığınız çevredeki paydaşlarınızı tanımak. Yoksa kuru kuruya yürümek ayakkabı eskitmekten başka ne olabilir ki…

Bir köpek. Tüyleri uzun. Upuzun. Kahveye yakın bakır kızıl tonlarında. Pırıl pırıl parlıyor. Küçük sevimli başını bir taşın üzerine uzatmış. Öyle munis munis bakıyor. Başının üzerinde bir minik el. Yüreğindeki tüm masumiyet ve gözlerindeki sevgiyle köpeğin bakışını okşuyor.

Sekiz dokuz yaşlarında bir kız çocuğu. Yemyeşil kırları zümrüt ormanları çağrıştıran gözleri var. Ve sarı bukleli uzun açları buğday tarlaları gibi. Geçmiştim önünden halbuki. Ama ardıma dönüp bakma ihtiyacı hissettim nedense.

Birkaç adım geriye gidip yanında durdum. Onun minik eli köpeği okşamaya devam ediyordu. Durduğumu anlayınca başını kaldırıp gülümsedi.

Karton bir kutu duruyordu önünde. Kutunun üzerine bir çiçekli bez ile kapatmış minik tezgahını kurmuştu. Tezgahın üzerinde kendi elleriyle yaptığı boncuk dizileri sıralanmıştı. Maviden sarıya, sarıdan mora rengarenk bileklikler. Bazılarının aralarına ışıl ışıl parlayan boncuklar yerleştirmişti.

-Adın ne?

Soruyu sıcacık bir sesle yanıtladı.

-Elif.

-Peki ya köpeğinin bir adı var mı?

Kendi yaşlarındaki arkadaşı heyecanla sözü aldı.

-Paşa onun adı. Biliyor musunuz Paşa'nın tam dokuz tane yavrusu var.

Hayvan sevgisi, dostluk ve arkadaşlık.

Bunlar kadar önemli bir şey daha vardı o sokakta. Üretmek'

Elif kızdan birer bileklik aldık. Mutlu, ışıl ışıl gözlerle bakıyordu. Vedalaştık.

Üretmek.

Güzellikler üretmek.

Güzel yürekli, güzel düşünen insanlarla mümkün.

Ve güzellikler çoğaldıkça, çoğaldıkça daha güzel ve yaşanabilir bir dünya oluşacak şüphesiz.

*

Küçük yerleşim yerlerinde aşağı yukarı herkes birbirini tanır. Küçük bir fısıltı, bir müddet sonra herkesin bildiği bir şeye dönüşür. İnsanlar birbirlerini o denli tanır ki isimlerini bırakıp takma isimlerle hitap ederler çokluk.

Görmüyorsa kör derler. Eli ya da kolu rahatsız ise çolak.

Topal.

Sağır.

Çokça kullanılan lakaplardır. Birinin belirgin bir özelliği, kişiye lakap olarak verilirken o kişinin zaten bundan dolayı yaşamının kısıtlı olduğu gören duyan insanlardan eksik hissettiği hiç akla getirilmez. Gözüne sokar gibi 'Kör Ali' derler. Sağırların Yusuf. Yahut Çolak İbrahim.

İkinci çocuk.

Adını bilmiyorum.

Bir yaşı var bildiğim. Üç buçuk yaşında olmalı. Belki de dörttür.

Adını bilmediğim o masum çocuk.

Ne annesini seçti ne de babasını.

Ancak gün gelecek, anne ve babası hakkında yazılanlar, onun yaralı yüreğinde onulmaz yaralar açacak.

Bu yüzden belki suç işlemiş insanlar hakkında yazıp çizerken ölçüyü kaçırmamak gerek.

Adalet, mutlaka bu suç için gerekli cezayı verecektir.

**

Bayram, çocukluk demek. Atlı karınca, uçurtma. Şeker, çikolata demek.

Bayram, harçlık demek.

Şairin dediği gibi:

'Meserret çocukların

En çok çocukların hakkıdır'

(Tevfik Fikret)

Çocukların çok sevindiği, büyüklerin de bu sevince ortak olduğu bir bayram geçirmeniz umusuyla.

İyi bayramlar.

Sevgi, dostluk ve umutla.

Bakmadan Geçme