Hâtırattan bir hatıra

Merhum Antepli Ahmet Muhtar Büyükçınar'ın (1920-2013) çileler ve adanmışlık içinde geçmiş hayatını anlattığı 'Hayatım İbret Aynası'...

Merhum Antepli Ahmet Muhtar Büyükçınar'ın (1920-2013) çileler ve adanmışlık içinde geçmiş hayatını anlattığı 'Hayatım İbret Aynası' adlı yaklaşık 900 sayfalık hatıratını okurken aklıma sık sık rahmetli babam geldi…

Babam 2013 yılında vefat etti… Vefatından önce anılarını yazmasını ısrar edince rahmetli kırmayıp kendi eliyle yazmıştı… Her iki hatıratı okurken çok içlendim ve gözyaşlarımı içime akıttım…

Her ikisi de yetim büyürler… Fakat babam batıda fırsat bulamadığından Ahmet Muhtar Hoca gibi okumak nasip olmaz marangoz ve inşat ustası olur…

Her ikisine de rahmet olsun!

Her ikisinin ortak kaderlerinden bir kesiti isterseniz babamdan dinleyelim:

'1940'lı yılların başıydı… Köyümüz Bademli'de her evde çeşme bulunmazdı… Çeşme zengin ve varlıklı ailelerin evlerinde olurdu… Mahalle başlarında ve belli sokaklarda halka ve hayvanlara açık çeşmeler vardı… Herkes içme suyu başta olmak üzere diğer su ihtiyacını bu çeşmelerden karşılardı… Genelde suyu kadınlar ve çocuklar taşırdı…

Sekiz aylık annem vefat ettiğinden tek kardeşim olan ablam ile babama, herkesin anası var bizimse yok diye ağlayınca babam bizi kırmadı eve analık getirdi… Sonra istediğimize pişman olduk ama olan oldu… Evde su bitince kocaman kovayı elime verir, çeşmeye gönderirdi… 7 yaşında olduğumdan doldurduğum kovayı ben mi taşıyorum yoksa kova mı beni taşıyor belli olmadığından eve gelinceye kadar kovada bir litre su kalırdı… Analık ıslanmış perişan halimi görmek yerine kovadaki azıcık suyu görünce azarlar ve döverdi… Bir de tembih ederdi, akşam babanıza söylemeyin yoksa daha kötü yaparım…

Çeşme önlerinde uzun kuyruklar olur, teyze ve neneler de beklerken hep sohbet ederlerdi… O zaman köylerde bekçi ve zabıtalardan çok korkulurdu… İsimleri anılınca bile herkes vaziyet alırdı… Kanun çıkmış kadınların zar, peştamal ve başlarını örtmeleri yasakmış… Peştamalı, çarşaflı ve örtülü kadınları gören bekçi elindeki bağ bıçağıyla teyzelerin örtülerini yırtardı. Bundan dolayı kadınlar suya gidince bekçiye yakalanmaktan korkarlardı… Bana 'Ahmet! Gel. Sen sokağın köşe başında dur. Aşağıdan bekçi gelirse haber ver.' derlerdi bende bekçi nöbeti tutardım… Bir defasında oyuna dalıp ve onlara zamanında haber vermeyince bana çok kızmışlardı…

Yine o zaman köyde o zaman Kur'an öğretmek de yasaktı… Zaten iyi bilen de yoktu… Bazı sûreleri kulaktan duyarak ezberlemiş yaşlı neneler vardı… Onlar evlerde bekçiden habersiz mahalle çocuklarına namaz dualarını öğretirlerdi… Yaşım küçük olduğundan ders olan evin önünde bir gün nöbet tutuyordum… Onlar da içerde ders yapar, nene okur ve çocuklar yüksek sesle tekrar ederlerdi… Bende kapı önünde hem onları dinler hem de bekçiyi gözetlerdim. Bekçiyi uzaktan görünce hemen kapının tokmağını vurarak haber verir, onlarda sesi keserdi…

Bekçi uzaklaşınca onlara haber verir, onlar da derse başlar ve tekrar hep bir ağızdan okumaya devam ederlerdi…'

Bu zor şartları yaşayan geçmişlerimizin ahireti güzel olsun, onlara rahmet olsun… Bizlere de ibret olsun…

Bakmadan Geçme