Gurbeti soluklamak
Değerli okurum, vakitler ne kadar çabuk geçiyor değil mi? Zaman kavramının hakimi olamıyoruz. Biz değil, zaman...
Değerli okurum, vakitler ne kadar çabuk geçiyor değil mi? Zaman kavramının hakimi olamıyoruz. Biz değil, zaman bizi demlendiriyor. Yazı arşivimi gözden geçirdiğimde üç yıl önce Eylül 2016 yılında kaleme aldığım ve ilk defa gazetemizde yayınlanan Gurbetçiler adlı deneme yazımı bir okur edasıyla tekrar okudum. Bazı yazılar, zamana meydan okuyor. Adeta ölümsüzleşiyor. Tıpkı gerçek sevdalar gibi yitip gitmiyor, sonsuza kadar yaşar halde ebedileşiyor.
Çünkü kalbin sesi, menfaatsiz sevgi ile taçlanıyor. Haber Hürriyeti, Kent Gazetesi, Mahmutlar Postası ve Ege Manşet gibi pek çok yerel basın organında farklı başlıklar ve mahlas isimlerimle gurbet makalem yayınlandı. 23 yıldır kelimelerle haşir neşir olmaya çabalayan, birkaç dakikalığına da olsa gönülden gönüle konuşup olaylara farklı açıdan bakmaya sizi davet eden yazarın olarak her anımızın bir gurbet olduğunu söylesem ne derdin ki? Gurbet, sadece yurt dışında özlemlerle kıvranmanın adı mı?
Gecenin saat dördünde çakırkeyif edayla üç yıl önceki yazımın ritmiyle sizlerin gönlüne dokunmak istiyorum. Belki sabahın hasretinde illa ki gurbette o gün yazdığım makalenin bir bölümünü paylaşayım;
'Gurbet, o kadar acı ki ne varsa içimde…' diye başlayan şarkı sözleri, kendini bana daha da bir farklı açıyor. Çünkü kısa zaman içinde pek çok gurbetçi tanıdığım oldu.
Yaklaşık bir ay önce de TRT'de bu konuda yapılmış bir belgesel izlemiştim. Bu belgeselde 1970'li yıllarda Almanya'yı kurtuluş kapısı ve çıkış yolu olarak gören onlarca kişinin dramlarına, yalnızlıklarına tanık olmak beni epey etkiledi.
İzmir'de Goethe Enstitüsü Almanca Dil Kursu'nda tanıdığım pek çok kişinin gurbetçi olup da Almanya'ya yerleşmek için Almanca'yı iyi bir şekilde öğrenip yurtdışında işine, yavuklusuna kavuşmak için çırpındığını biliyorum.
Bir lisan, bir dünya!
Daha önce Almanya'ya gidip de dil bilmediği için G. Enstitüsü'ne gelen arkadaşlar ile sohbet ettiğimde dil bilmeden gurbette olmanın ayrı bir sıkıntı olduğunu, hasrete bir de yalnızlık eklendiğini söylediler. İnsana 'Adam sen de yahu!' deniliyormuş.
Eşim Ali'nin yaşadığı gurbet de daha bir farklı çünkü onun Almanya'ya gidişi, 1966 yılına dayanıyor. İlk göç edenler arasındalar. Henüz 8 yaşındayken gittiği gurbette zaman içinde tek sığındığı liman, inancı ve Türk kimliği olmuş. Babası Nazmi Bey, Almanya'ya 1960'larda iş semineri için gitmiş. Gidiş, o gidiş olmuş. Ali Bey, biraz ailesinin zoru ile bulunmuş oralarda. Bir çocuğun yaşadığı gurbet acısı, büyüklerinkinden çok daha farklı, çok daha elemli oluyor. Sadece sarı saçlı mavi gözlü olmaması, çocuklar tarafından dışlanmasına ve iteklenmesine yetmiş de artmış bile. Bir çocuğun masum kalbi, bir defa zedelenmeye görsün. Almanca bilmemesi, ülke çocuklarından farklı olması, gurbette yaşaması, kendini anlatamamak, halini arz edememek bir küçük kalbi yıkmış. Ailesinin orada olmak zorunda olması, gurbetteki ortamın verdiği hasret acısı da cabası diyebiliriz. Babası, Devlet Demir Yolları'nda muayene memuru. Gitmiş olduğu Almanya, o zaman için dağı taşı, taşı toprağı altın değerinde bir Alis Harikalar Diyarı!
Ali'nin çocukluğu, hüzünlerle dolu. Yaşanmayan buruk bir hatıra hazinesi sanki… İlkokul öğretmeni Frau Krammer, sezgili ve hisli bir öğretmen olmalı ki Ali'nin küçücük yüreğindeki fırtınaların farkına varıp o fırtınaları dindirmek için, onun yalnızlıktan kurtulması için emek vermek istemiş. Bir gün çat pat bildiği Türkçesiyle 'Üsküdar'a Giderken' türküsünü okumuş. Maksat; bir kalbi kazanmak, o yüreği teskin etmek ve fırtınaları dindirmek. Halen daha aradan onca zaman geçmesine rağmen bu türkü evimizde söylenir, o günler yad edilir. Frau Krammer'in hiçbir mecburiyeti olmadan mesai saatinin dışında meccanen yani ücret almadan bir buçuk saatini Ali'nin diğer öğrencilere yetişmesi için harcaması da takdir edilmesi gereken bir davranış. Elbette ki kısa süre içinde derslerini takip edip Almancasını ilerletmeyi öğretmeninin özverili çabasıyla başarabilmiş. Öğrencileri suçlamak yerine 'Onlar için ne fedakarlıklar yapılır?' diye derdi olan vizyon sahibi eğitimci Frau Krammerler çok olsun. Biz de onlar gibi olup yıllar geçse bile anılıp hayır dua alabiliriz diye niyaz eylesem sen de iştirak eder misin?
Mültecilere, gurbetçilere, bize sığınan onlarca yüreğe hor bakmayalım. Unutmayalım ki bugün yaşanılan acıları yarın biz de yaşabiliriz. Allah esirgesin. Mini etekli, başörtülü, laik, dindar, ateist, deist, modern bağnaz! Haydi el ele verelim. Gurbet ve hasretin üşütücü soğukluğunu sevginin sıcaklığında tatlı bir esintiye dönüştürelim.'
Sana öylesine gurbetteyim ki…
Geçen yılın Mayıs ayında Alanya Radyo Time'da usta tiyatrocu ve yazar Haldun Kağ ile sanat programları yaptık. Gurbeti soluklamak, orada da nasip oldu. Bu yazı, bir radyo programı ile dinleyenleri ile buluştu. Güzel iletiler almıştık. Gurbette olanları, maalesef istemeden de olsa ağlatmışız. Haldun Bey de bu konuyu tiyatro oyunu olarak seyirciyle buluşturdu.
Geçen çarşamba günü de Almanya'da Gurbeti Soluklamak temalı bir televizyon programı olarak yazım hayat buldu. Alanya Dim Medya ailesine ve özellikle radyo ve televizyon program yapımcısı dostum Gökhan Koca'nın emeğine teşekkür ederim.
Çok az yazıya kısmet olur böylesi programlar, gösteriler… Yıllar önce yazdığım bir deneme, ölümsüz yazılar arasında yerini bulduğu için elbette mutluyum. Harfler ile yazıldı ama hislerle yoğruldu. Aşk, nelere kadir değil mi? Varlığı ve yokluğu ile bizi halden hale evirip olgunlaştırıyor. Oysa ki aşkın kendisi bizatihi gurbet!
Aahh ki ahhh… Gurbet elde bir hal geldi başıma, ağlama gözlerim Mevla kerimdir…