Gözümün Gördükleri Gidince Anladım!

Herkese mutlu günler dileyerek dünkü yazıma paralel, kendimle ilgili bir yazı paylaşmak istiyorum. İçinden ne almak...

Herkese mutlu günler dileyerek dünkü yazıma paralel, kendimle ilgili bir yazı paylaşmak istiyorum. İçinden ne almak isterseniz, neyi anlamak isterseniz serbesttir.

Bir kere hayatın eğrisi doğrusu ile var olan bir alem olduğunu kabulleniyorum. Güzelliklerden onur hatalardan da ders çıkarma yoluna gidiyorum. Kimseyle küs kalmamayı öğrendim ya da saçma sapan tartışmamayı. Kelimelerim kıymetli aynen benim (sizin) gibi. Kıymet verdiklerim için dahi bir yere kadardır çabam. Eğer kendinde bir atılım yoksa orada onun için bile gayretim sonlanır. Çabalıyor ama aksilikler ya da nasıl yapacağını bilemiyorsa her daim yanında olurum kişinin. Ama içinde küçük hesaplar, yalanlar ve egolar olmadığı sürece.

Sonra yaşlılar, çocuklar ve hayvanlar kıymetlidir benim için. Hepsi saygı, vicdan, merhamet, sevgi, şefkat ister, korkmamak lazım 'cebimden kuruş çıkacak mı' diye!

'Sen' evindekini huzur evi denilen huzursuz ve yalnızlık evlerine yatırıp, başkalarının yaşlıları için çaba sarf edersen hayatının en büyük hatasını yaparsın. 'Sen' kendi çocuğunu 'biz babadan/anneden görmedik' deyip, sevgi ve şefkatinden mahrum bırakıp, sırf başkalarına yaranmak için onların çocuklarına özel ilgiler gösterirsen yine hatadasın. 'Sen' hayvanların da Tanrı'nın değerleri olduğunu ve ekosistemde görevlerinin çok özel olabileceğini unutup gereksiz yere kimyasal ilaçlama yaparsan onun değerini başka hayvanlar, haşereler etrafını sardığında anlarsın.

Çocuklarınız, sizin kendi büyüklerinize nasıl davrandığınızı beyinlerine kodlar, zamanı geldiğinde de sizin yaptıklarınızın doğru olduğunu düşündüğü için size de öyle davranacaktır. Nedir bu? 'Ne ekersen onu biçmek' tir.

Ne demiştik dün? Bir varmış bir yokmuş!

Babam 59 yaşında, hiç aklımızda yokken gece kalp krizi geçiriyor ve sabah cenazesi evden çıkıyor.

Ve 'babam gitti ben bittim' demiştim yıllarca. İşte o vakit şunu anladım ki hiç ölmeyeceğini düşündüğüm hatta ölümü bile düşünmediğim yaşantım da bu gerçeklik beni tam da ciğerimden vurmuştu. Ben bu olaydan beş sene sonra kalp krizi geçiriyorum ve ilkini atlatıyorum. Derken hipertansiyon, kalp kapakçıklarında problem ve yaz aylarında vücudun tümünde su toplama semptomları gibi bir sürü emareler derken genç yaşta hastalıkları reddeden bir yaşantı ile hastalıklarla mücadele etme serüvenim başladı.

Zaten babamın vefatı, beni ziyadesiyle üzmüş ve hayatın 'yarın söylerim' diyecek kadar da ertelemeye bırakılacak bir şey olmadığını anlamıştım. Çünkü babama söyleyemediğim çok şey kalmıştı yüreğimde! Sanırım onun da bana.

'Kelimeler beklemez, duygular asla' diye bir tez oluşturdum kendimce. O günden beri ne söyleyeceklerimi bekletiyorum ne de hissettiklerimi. Zira o kadar uzun yaşamayacağım gibi ne zaman yok olacağım da belli değil. Ve hayatımda plansız yaşamaktan hiç hoşlanmıyorum. Ama şunu da bilirim ki benden daha önce de adıma plan yapan var. Ama olsun, ben onun da bana verdiği meziyetleri kullanarak hiç ölmeyecek gibi yarını, her an da ölecekmiş gibi de şu anı yaşayanlardanım.

İşte bu yüzden hayatın her anından faydalanmaya, birilerine de fayda sağlayabiliyorsam onu da yararlandırmaya çalışıyorum. Bu arada son 1,5 yıldır ilaç kullanmadığımı ama sağlığıma da kavuştuğumu söylemek isterim. Bunun da mucizesini kim isterse paylaşırım. Hatta paylaşmaya başladığımı da söyleyebilirim (merak edin derim (!) ama beni takip edenler varsa yıl önce ilk sonuçları da aldığımda bu durumu paylaşmıştım. Bazı dostlar hatırlayacaklardır.)

Bende belirmeye başlayan bu hastalıklar, ciddi boyuta ermeden o hekim senin bu hekim benim Ankara ve İstanbul, Trabzon'un iyi hocalarına gidip tedaviye başlamıştım. Uzun süre 'Şu ilacı kullanmazsan felç kalırsın. Bu ilacı kullan, ödemin gider' diye diye beni ilaçlara boğmaya çalıştılar. Ha elbette tıbben geçerli olan o dönemler bunlardı (e yıl milattan önce diyelim (!))

Sonra daha 45 yaşındayken eşimin ablasını kaybettik, sadece beş ay sürdü mücadelesi, bir sırt ağrısı, kemiklere nükseden kötü hücreler ve kaçınılmaz son. Sonra 85 yaşında yine eşimin babasını kaybettik, üç sene boyu kolon kanseri derdiyle canı yandı. Çok ağladılar, her ikisi de daha hayatta iken. 'Ağlamayın' dedim, bu bile ilerde sizlere bir anı. Onu kaybetmeden söyleyeceklerinizi eksik tutmayın. Söyleyin, sevin, konuşun. Hiç unutmuyorum kayınpederim, 'Kızım senin ellerin çok hafif, tırnaklarımı sen kes, diğerleri canımı acıtıyor' diyor. Biraz dışarı çıkıp yürüyebilecek duruma geldiğinde de bana hediyeler alıp geliyordu.

Yine görümcem 'Fındık gelinim, sen özenle ve eğlenceli yıkıyorsun beni, saçımı incitmeden tarıyorsun' deyip hastanede bile banyo yaptırırken şarkılarla, bin bir türlü şebeklikle ablamı yıkıyor, o andan bile zevk almasını sağlamaya çalışıyordum. Şükür ki cenazesini de yıkamak bana nasip olmuştu.

Şimdi okurken size saçma gelebilir ama her bir hizmetim, beni sonsuz mutlu ediyordu. Çünkü etraflarında onca ilgilenen insan varken (ki çok şanslılardı bu bakımdan) her ikisi de beni görevlendirmişti. Zevkle, sevgiyle ve istekle yapmıştım zaten. Tanrı, bütün ölmüşlerimize gani gani rahmet etsin inşallah. Belki de babama yapamadığım hizmeti Tanrı'nın onayıyla da bu insanlara yapmıştım. Kim bilir!

Peki, hastalığını görmeden bir anda mı yok olmak iyidir? Yoksa yıllarca hastalık çekerek mi? Ben bunlara gerek kalmadan. 'An' ların kıymetini yaşamayı öğrenenlerdenim. Ya siz?

Hafta başı görüşmek üzere.

Sevgiler…

Bakmadan Geçme