Geçmişte ölçüsüzce uygulanan bir tedavi: Kan alma

Kan alma, hastalıkların iyileştirilmesi ve insanların daha sağlıklı hale gelmelerine yardımcı olmak amacıyla yüzlerce yıl önce...

Kan alma, hastalıkların iyileştirilmesi ve insanların daha sağlıklı hale gelmelerine yardımcı olmak amacıyla yüzlerce yıl önce bir tedavi olarak uygulanmaya başlandı. Bu tedavinin ilk defa Mısırlılarca kullanıldığı düşünülmekle birlikte daha sonra Yunan, Roma, Arap medeniyetlerinde ve Asya'daki birçok kültürde izlerine rastlanmaktadır. Ortaçağ ve Rönesans dönemlerinde Avrupa'da iyice yayılarak 1800'lü yılların ilk yarısında iyice popüler hale geldi. Ara ara etkinliği sorgulansa da 1920'lere kadar kalple ilgili problemler için kullanılmaya devam etti.

M.Ö. üçüncü yüzyılda yaşayan Erasistratos, tüm hastalıkların fazla kan ve vücutta aşırı bulunan diğer sıvılardan kaynaklandığını öne sürdü. Antik Çağ'ın ünlü hekimleri Hippokrates ve Galenos da onun bu savını geliştirdiler. Bu iki hekimin dört salgı/dört mizaç kuramına göre insanın sağlıklı olması için bedende bulunan dört sıvının dengede olması gerekiyordu. Bu sıvılar; kan, balgam, sarı safra ve kara safra idi. Kan bedende dolaşıyor, sarı safra karaciğerde, kara safra ise dalak ve midede bulunuyor, balgamın ise beyinden geldiğine inanılıyordu. Bunlardan birinin fazla olmasının bedenin sağlığını bozduğu düşünülüyordu. Bunların aynı zamanda mizacı da etkilediği düşünülmekteydi. Bu nedenle tüm bu salgıların dengesini sağlamak için çeşitli yöntemler uygulamak gerekiyordu. Bunlar; kişiye özel olarak beslenme şekli düzenlenmesi, kusturma yöntemi, lavman yapma ve kan alma gibi tedavilerdi. Galenos, kanı en etkin salgı olarak ilan edince kan alma yöntemi, diğer tedavi yöntemlerinin önüne geçmiş oldu ve yüzlerce yıl çeşitli şekillerde ve neredeyse her hastalığı tedavi etmede uygulandı.

Ortaçağ Avrupası'nda kan alma gibi işlemleri ruhban sınıfı yani keşiş ve rahipler yapmakta ve berberler onlara yardım etmekteydi. Ancak 1163'teki Tours Konsili'nde Papa III. Alexander, hekim ve cerrah gibi kan almanın Hıristiyan öğretisine aykırı olduğunu öne sürerek ruhban sınıfına bu uygulamaları yasakladı. Böylece daha önce ruhban sınıfına yardımcı olan berberler, uzunca bir süre bu işi ele alıp devam ettirdi. İlerleyen dönemlerde hekimlerin önemi artmaya başlayınca berberler, bu işlerden uzaklaştılar ve kan alma işini deneyimli hekimler devraldı.

Normal bir kan alma işleminde keskin bir aletle damar açılarak belli bir miktar kan, bir kaseye akıtılırdı. Çok dar kabul edilen alanlarda veya olağan kan alma yöntemleri için çok zayıf olan hastalarda damarı kesmek yerine sülük tedavisi daha yararlı görülmüş ve kan alma işlemi, bu hayvanlar aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu uygulamada cilt; şekerli su, süt veya kanla ovalanır, sülükler bu şekilde ısırmaya ikna edilirdi. Daha sonra sülükler, iyice doyup şişene kadar hastanın kanını emerlerdi. 1800'lerin başlarında sülükler o kadar revaçtaydı ki sülük fiyatları dört katına çıkmıştı. Sülükler; vücudun hemen hemen her alanında hatta anüste, burun mukoza zarında ve bademcikte bile kullanılıyordu. Burunda ve ağızda kullanılırken hastanın sülük nedeniyle boğulması ihtimaline karşı ise sülüğe ip bağlama gibi bir tedbir alınıyordu. Sülük kullanımı o kadar abartıldı ki kayıtlar, yüzden fazla sülüğün bazen tek bir hastaya günlerce uygulandığı göstermektedir.

Ancak bazı doktorlar -örneğin P.C.Alexandre Louis- hastalıkların, özellikle de akciğer hastalıklarının tedavisi için kan alma uygulamasını eleştirmişlerdir. Louis, kanı alınan akciğer hastalarının önemli bir kısmının hayatını kaybettiğini gözlemlemişti. Ancak buna rağmen yöntem terk edilmedi.

Tarih boyunca kanı kirleten neyse akıp gideceği fikrine dayanarak her hastalık için kullanılan bu tedavi yüzünden birçok insan, hayatının son anlarını işkence çekerek geçirdi ya da sırf bu tedavi yüzünden hayatını kaybetti. Bunların arasında çok ünlü devlet adamları da vardı.

Günümüzde yapılan araştırmalar sonucu beyin damarlarından birindeki tıkanma ya da yırtılmadan kaynaklı bir inme nedeniyle öldüğü kabul edilen İngiltere, İskoçya ve İrlanda Kralı II.Charles, 1685 Şubat'ında bir sabah aniden rahatsızlandı. Doktorları hemen müdahale ettiler. Midesini temizlemek amacıyla kral kusturuldu, birden fazla defa lavman yapıldı, ayaklarına güvercin gübresi ile hazırlanan bir merhem uygulandı, saçları tıraş edilerek kafasına çeşitli karışımlar sürüldü, insan kafatasından yapılmış bir iksir içirildi, yine afyon ve şarapla karıştırılmış tartışmalı bir sıtma ilacı içirildi, inci tozu yutturuldu, Doğu Hint keçisinin safra taşlarını içmeye zorlandı ve daha bunlara benzer sayısız bitkisel ve hayvansal ilaçlar verildi. Tüm bunlara ek olarak kralın kolundan ve boynundan toplamda 680 gram kadar kan alındı. Bu iyileştirme çabaları, ne yazık ki kralın ölümünü hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı ve zavallı kral, son günlerini bu işkence gibi tedavilerle geçirdi. 6 Şubat 1685'te, hastalandıktan sadece birkaç gün sonra öldü.

Kan alma uygulamasından belki de en mağdur devlet adamı, ABD'nin kurucu babası George Washington'du. Görevinden emekli olduktan iki yıl sonra 1799'da çok soğuk bir Aralık günü beş saat dışarıda kalıp ertesi gün şiddetli bir şekilde hastalanmıştı. Bir sonraki gün gelen doktorlar, önce eski başkanın boğazını kurutulmuş böceklerden yapılmış bir merhemle sardılar. Ayrıca su ve sirke buharı vererek inhalasyon yaptırdılar. Bir yararı olacağına inanarak müshil etkisi gösteren bir karışım da verildi. Ancak bu işe yaramayan tedavilerden daha kötüsü, zaten zayıf düşmüş olan hastaya doktorların kan alma yöntemini uygulamış olmasıydı. Bir doktorun karşı çıkmasına rağmen diğer iki doktor, sabah iki kere ve öğleden sonra iki kere olmak üzere bir günde dört kez kan akıttılar ve Washington bir rivayete göre üç litre kadar, bir rivayete göre ise bir litreden daha fazla kan kaybederek iyice güçsüz düştü. Bu kötü tedavi nedeniyle hastalandığının ertesi günü 14 Aralık 1799'da hayatını kaybetti.

1800'lerin sonlarında doktorlar, kanın yenilenmesinin zaman aldığını ve bu işlemi yapmanın insanları enfeksiyona daha duyarlı hale getirebileceğini fark ettiler ve kan alma uygulamasının faydadan çok zarara yol açabileceğini ortaya koydular. Yine de daha önce de belirttiğimiz gibi tıpta 1920'lere kadar bazı durumlarda kullanılmaya devam edildi.

Velhasıl kan alma geleneği, iyi ya da kötü sonuçlarıyla birçok hastalık için yüzlerce yıl uygulandı. Günümüzde kan nakli için insanlardan belli bir miktarda kan alınması normaldir ve acil durumlarda kullanılmak üzere sağlıklı kişiler tarafından bağışlanan kanlar, kan bankalarında saklanmaktadır. Bunun dışında günümüz tıbbında bilerek hasta bir insandan sebepsiz yere bol miktarda kan akıtılmaz. Ancak bizde hacamat olarak adlandırılan kan aldırma işlemi, bazı kronik ağrıların ya da kaşıntıların tedavisi için alternatif tıpta ve halk arasında belli zamanlarda hala uygulanmaktadır. Fakat bunun için eski devirlerde Avrupa ve Amerika'da yapıldığı gibi damar açılıp çok miktarda kan alınmaz. Bu işlem için yapılmış küçük bir aletle deri yüzeyine ufak kesikler açılarak vakumlu kupalar yoluyla az miktarda kan akıtılır. Bunun kan üretimini düzenlediği ve toksinlerin atılmasına fayda sağladığı düşünülmektedir. Yine sülük tedavisi de halk arasında çok yaygın olmasa da halen kullanılmaktadır.

Bakmadan Geçme