Filmler, yontular ve kitaplar
İnsanın varlığı, yontuyla başlıyor. Ta ilk çağlardan beri insan, çevresindeki her şeye bir şekil vermeye çalışıyor....
İnsanın varlığı, yontuyla başlıyor. Ta ilk çağlardan beri insan, çevresindeki her şeye bir şekil vermeye çalışıyor.
Taşa, mermere, ağaca ve metale.
Binlerce yıllık bir yontu birikimi var insanoğlunun. Pek çoğu, eşsiz sanat eserleri.
Ve bu eserler, pek çok zaman diliminde yaşamın merkezinde yer almış.
İnsan, zamanla insanı da yontulabilir bir materyal olarak görmüş. Her devirde insanlar, kendilerine benzeyen insanlar yetiştirmeye çalışmışlar. Zaman zaman bunu başarmışlar da.
*
Yaşam, senaryosu belli bir film gibi çoğu zaman.
Giriş, ara ve çıkış.
Herkes, bu minvalde ya filmin esas oyuncusu ya figüranı ya da yardımcı oyuncusu. Bir de filmin yönetmeni var elbette. En iyi yer onların. Filmde esas oğlan, esas kız olmak bile çok anlamlı değil çoğu zaman. Aslolan yönetmek.
Yönetmen,
Rolleri dağıtan o,
Senaryoda değişiklik hakkı da onda.
Hatta filmi çekme yahut çekmeme özgürlüğü de onun.
*
Son zamanlarda Ödemiş'te yapılmış park ve bahçelere bakıyorum da yeni hiçbir şey yok.
Bir yontu…
İki binli yıllardan bir yontu var mı, yok.
'Bu da yarına kalır, yarına kalmalı' diyebileceğimiz hiçbir şey.
Bir duvar, bir kapı yahut bir pencere…
Yok.
Sadece yok.
'Neden yok?' sorusunun yanıtını hepimiz biliyoruz aslında. İnsan, güzelden iyiden ve doğrudan hızla uzaklaşıyor. Yaşamının merkezinde sadece 'ben' var.
Geçenlerde biri, 'İnsan, işi için yalan söyleyebilir' diyordu.
Bir başkası da 'Eşi için de yalan söyleyebilir' diyecektir şüphesiz. 'İşe yarıyorsa yalan söylenebilir' olarak değerlendirilince her şeyin içi boşalıyor yazık ki.
Okumayan, yazmaya ve güzellikten adım adım uzaklaşılan bir çağda mı yaşıyoruz ne…
Sevgi, dostluk ve umutla.