ERİMEDEN ZAMAN
Yavaşsın diyorlardı. Oysa o hiç yavaş değildi. Belli ki acelesi yoktu. Aksatmıyordu ki hiçbir işini. Sadece...
Yavaşsın diyorlardı. Oysa o hiç yavaş değildi. Belli ki acelesi yoktu. Aksatmıyordu ki hiçbir işini. Sadece anlamlandırarak yol almayı seviyordu her ne yapıyorsa. Sakince yapıyordu neyle meşgulse. Hızla gelen hızlı gidiyordu zira. Anlayışı oydu. Hız kesmek anlamlandırmak demekti zamanı. Anlam yüklemeden öylesine gitmenin ne gereği vardı ki zaten? Durmak, durabilmek marifetti.
Akıllı insan yavaş olmalıydı. Yavaşça geçmeliydi zamanın içinden. Kendi her şeyi fark ettiği gibi kendini de fark ettirmeliydi. Görünür olabilmeliydi yani. Hızla değil kendini hissettire hissettire adımlamalıydı süreci. Dur, nefes al, hisset, hissettir, özümse, anla, anlat, tükettiklerinin içinde erimeden yola devam…
Algıladığı ve birbirine benzer görünen gelişmelerin birbirinden farkının da ayrımına varabilmeliydi mesela. Bu dikkat demek değil miydi? Dikkat için yine durmak ve bakmak gerekmiyor muydu? O da öyle yapıyordu. 'Fazla titiz' diye yaftalansa da kimi zaman o bunu hiç umursamıyordu. İşine odaklıydı her daim. Tadına vararak yapıyordu yaptığını. Yavaşça. Yani her kapı aynı sokağa açılıyordu. Durma sokağı. Dur, bak, özümse, imle, lezzetine var sonra devam et. Yitmeden, yitirmeden. Erimeden zaman, yakala.
Bunun için kulak kabartmak gerekiyordu belki. Belki de, duyumsamak. Bu eksikti birçok kişide. Duymak değil, duyumsamak. Hissedaş olmak…
bir kum tanesi
ezilirken ayak altında
baş üstünde
çeşm-i bülbül
yanmadan
yenilenmiyor ten
yücelmiyor tin
algı başka
anlam başka
bir yazıyorsun sen
bin oluyor
dillere destan
vur
çatlasın nar
saçılsın dane
çatlamadan
çıkmıyor anlam
bul kendini