El Sisi ve tanıdık hikaye
Mısır sokaklarındaki hareketlenmeleri izlerken “Aman bize ne” diyemiyorum. Altı yıldır böylesi gösterilerin tekrardan ayyuka çıktığı bir...
Mısır sokaklarındaki hareketlenmeleri izlerken 'Aman bize ne' diyemiyorum. Altı yıldır böylesi gösterilerin tekrardan ayyuka çıktığı bir ülkedeki hareketlenmenin perde arkasına bakınca küçük dilimizi yutacak cinsten bizi şaşırtan herhangi bir olay yok. Neden mi? Hikayeler genellikle aynı…
'Evet, yaptırıyorum. Daha da çok yaptıracağım ama bunları kendi adıma yaptırmıyorum. Mısır adına, onlar için yaptırıyorum. Bunlar benim değil, Mısır halkınındır.' Alıntı olarak aldığım bu sözler, Abdülfettah Hüseyin El Sisi'ye ait.
2012 yılında Mısır Silahlı Kuvvetleri'nin Genelkurmay Başkanı olmuş, iki yıl sonra da katılımın %40 olduğu bir seçimde %97 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmişti.
Geçen aylarda darbe ile indirilen Mısır'ın ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi'nin şaibeli ölümü ile gözlerimiz, tekrar Mısır'a yönelmişti.
Bugünlerde Mısır'da 'Yeter artık Sisi' sloganlarıyla sokaklarda yüksek perdeden konuşan halkın bu feryatlarını nasıl okumak mümkün?
Dış güçlerin, emperyalist oyunların varlığı yadsınamaz fakat her halk ayaklanmasını dış güçlere bağlamak, ne kadar hakikatli olur? Filozof Andre Gide, bir söyleşisinde 'Hakikatin rengi gridir' demiş. Yani bir olayı tek bir açıdan değerlendirmek, siyah ve beyaz rengin dışında gerçekliği aramamak bizi yanıltır. Gri renk; hem siyah hem beyaz olmak, tek bir bakış açısıyla yargılamamak, etraflıca karar vermektir.
Yaşanılan her badirede karşımızdakini suçlu olarak ilan edersek problemin asıl nedenini yakalamak mümkün olmaz. Birilerini itham etmekle kalırız. Sonuç, daha da vahim olabilir.
Bizim ülkemizde de Gezi Olayları sırasında meydana gelen kaosun en büyük nedeni, meseleyi sadece beyaz ya da yalnızca siyah olarak açıklamaktı. Daha açık ifadeyle dış güçlerin varlığı, hükümet düşmanları ekseninde olayın analizi yapılmıştı. Halbuki orada bu iki fikirden de uzak, derdini anlatmak isteyen bir halk vardı.
Mısır'daki halkın nümayişini daha iyi anlamak adına müteahhit ve aktör Muhammed Ali'nin Sisi ile olan ilişkilerinden bahsedelim. Bu bilgilerin doğru olup olmadığını yakın zaman içinde anlayacağız.
2 Eylül'den bu yana eşi ve çocuklarıyla İspanya'da yaşayan, bir anlamda oralara firar etmek zorunda bırakılan Mısırlı müteahhit Muhammed Ali'nin Youtube ve Facebook paylaşımları; Sisi'nin kirli çamaşırlarını, yolsuzluklarını ortaya döküyor. Uzun yıllar birlikte iş yaptıklarını bu paylaşımlardan takip edebiliyoruz. Daha önce her şey yolunda giderken yani parasını alırken sesini çıkarmayan özel görevli müteahhit, kendi hakkını alamayınca şimdi veryansın yapıyor. Bu çırpınışlar, kendi canı yanınca yapılan haykırmalar ne kadar ahlakidir bu da ayrı bir fasıldır ama rahmetli dedemin, ninemin anlattığı Firavun ile Musa Aleyhisselam'ın kıssasından kısaca bahsetmek isterim. Firavun, gördüğü rüyayı yorumlatınca aldığı yorum üzere ülkesindeki bütün erkek çocuklarını öldürtüyor. Musa, erkek çocukları içinde bulunup da öldürülemeyen, kendi sarayında besleyip büyüttüğü bir yiğit olacaktır. İşte bu yiğit, Firavun'un korkulu rüyası olarak karşısına çıkacak, Firavun'un adaletsizliklerine diş bileyecek Musa'nın ta kendisidir.
İster 'Masal' deyip geçin, ister 'Kıssadan bir hisse de bizim olsun' deyin, ne derseniz deyiniz bu evrenin müthiş bir programı var. Din diliyle ilahi adalet dedikleri, karma felsefesinde ektiğini biçersin gerçeği… Şarkılarda bile yerini bulmuştur: 'Eden bulur güzelim, kalır sanma yanına'
Mısır'da pek çok muhalif gazete ve televizyonu kapatan, medyayı tek ses haline getirmiş olan Sisi, ne ilginçtir ki aklına hiç getiremeyeceği şekildeki yayınların kurbanı olmuş durumda. Yapıp etmeleri karşısında halkına hiçbir açıklamada bulunmayan Sisi, Muhammed Ali'nin suçlamaları karşısında ilk paragrafta belirttiğim açıklamayı yapmak zorunda kalıyor. Halk, karnının doymadığından veryansın ediyor, hırsızlıklardan bunaldığını anlatıyor, diktatör açıklama yapıyor: 'Saraylarım benim değil, Mısır halkınındır. Daha da saray yapacağım!'
'Tırlatmaya az kaldı, acil kafa doktoru çağrılsın' modundayken az rahatta olalım adına Karadeniz fıkrası iyi gelecektir sevgili okurum.
Temel ile Fadime, örnek bir aile olarak evliliklerini uzun yıllar korumuş, nadide bir çifttir. Birbirlerine olan sevdaları dillerdedir. Bir gün Fadime, hakkın rahmetine kavuşur. Kadıncağızın daha kırkı bile çıkmadan Temel, soluğu başka bir hatunda alır. İster istemez sorulur, 'Ayıp oluyor, ne yapıyorsun Temel Efendi?' diye. Adamcağız; nefes almakta zorlanır, renkten renge girer. Gayet üzgün bir şekilde cevap verir: 'Fadime'nin ölümü beni yıktı. Ben üzüntümden ne yaptığımı biliyor muyum?'
Çok üzüldüğümüzde ya da çok sevindiğimizde ne yaptığımızı bilmediğimiz doğru. Buna insanlık halleri diyelim. Lakin ülkesinde vatandaşı aç iken kendisinin saraylarda oturuyor olması, adının akçeli işlere karışması, Sisi için yakışık alır mı? 'Canım, ne yapsın? Çok üzülüyor' denilebilir mi?
Bu hamur, daha çok su götürür. Tevfik Fikret'in Han-ı Yağma şiirinden bir bölüm ile yazımı izninizle hatim eyleyeyim:
'Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin/Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin/Efendiler, pek açsınız. Bu çehrenizden bellidir/Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?'