Eğitime merhaba derken
Yaz tatilinin ardından öğrencilerime kavuşacak olmanın tatlı heyecanı ile İzmir-Küçükyalı yolcusuyum. Balıkesir'in Avşa Adası ile Alanya'nın...
Yaz tatilinin ardından öğrencilerime kavuşacak olmanın tatlı heyecanı ile İzmir-Küçükyalı yolcusuyum. Balıkesir'in Avşa Adası ile Alanya'nın sakin kasabası Mahmutlar semtinde hem dinlendim hem de bolca şiir okudum. Bir pazar sabahı yollara revan olmak güzel; yolculuk halinde kitap okumak gibi bilgisayardan yazı yazmasını da seviyorum. Bu yazımda yolların izlerini sezebilirsiniz.
Ademoğulları, Havvakızları olan adem-i beşeriz. Her an şaşmaya, şaşırmaya meyilli olduğumuz gibi hem isyan hem de nisyanda bulunmaya da yatkınız. Şaşırmak, isyan etmek kelimelerine aşinayız da 'Nedir bu nisyan sözü?' diyen sevgili okur; nisyan, negatif enerjili bir sözcük. Evrene her an iyi enerjiler göndermeyi sevdiğimden nisyanı kullanmaktan imtina ediyorum. Nisyan; değerleri, iyilikleri unutmak demek. 'Nisyanlar, isyanlara kapı aralar mı?' diye dellenmelerdeyim. 'Aaaa, sana yakıştıramadım böyle konuşmayı' diye sitem eyleme, hayata dair her şeyi bana yakıştırabilirsiniz; anlaştık mı?
Efendim, eğitimciler çok okumalı, az unutmalı ve de hayat gerçeğinden kopuk olmamalı!
İşte bu duygular içinde harika bir kişilik ve eğitim misyonerinden bahsetmek istiyorum.
1893-1967 yıllarında ömür sürmüş hukukçu, felsefeci ve eğitimci yazar Ordinaryüs Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'i her eğitim yılına başlarken muhakkak yad ederim. Ali Fuat Bey'in eğitime katkıları epey fazlaca. Özellikle gençleri geleceğe hazırlayan, onlara yatırım yapan kıymetli hoca olmasını unutturmamak gibi bir misyonum var. Tarih hazinesinde nice değerlerimizi keşfettikçe bugünlerdeki hüznüm derinleşiyor. Değerini bilemiyoruz.
Şartlar, koşullar mı bu hallere getirdi bizi?
Diğer kurumların birbirini etkilediği gibi eğitim ve siyaset de etkileşim içinde. O halde eğitimi ıskaladığımız için mi demokrasiyi ıskalıyoruz? Kayyum atamaları, tedirginlik veriyor. Bu bahis, ayrı bir fasıl ancak ders almadığımızda tarih ister istemez tekerrür ediyor. Ne demek mi istiyorum? Bugün demokrasi anlamında nasıl sınıfta kaldıysak tarihimiz de pek parlak değil.
Yıl 1930. Henüz Cumhuriyet ilan edileli yedi sene olmuş. Hükümet olan Cumhuriyet Halk Fırkası'na muhalif olunsun diye yeni kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası gündemde. Ne var ki akıl alınmaz isyanlar baş gösteriyor. 15 Kasım 1930 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplantısında ipler iyice kopuyor. Cumhuriyet ilan edilse de demokrasiye herhangi bir tahammül, henüz söz konusu olamıyor.
Kürsüde konuşma yapan Atatürk'ün yakın arkadaşı ve Serbest Cumhuriyet Fırkası Lideri Ali Fethi Okyar idi. Ali Fethi Bey, o döneme göre fazlasıyla diplomatik ve demokrat bir devlet adamıdır. Konuşmasında Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Serbest Cumhuriyet Fırkası'na gösterilen yoğun ilgiden telaşa düşerek oy verenlerin ne hikmetse komünistlik, irtica-şeriat isyanı ve anarşistlikle suçlanmaya başladığını ifade eder. Konuşmasının bir bölümünde şöyle bir açıklamada bulunur: 'Serbest Fırka'dan evvel bütün memleket halkının hükümetten memnun olduğu tarzında sözler söyleniyordu. O zamanlar hükümetten memnun olan halk, belediye seçimlerinde neden birdenbire mürteci (şeriat yanlısı) oluverdi? Halk, 'Laikliği istemiyoruz' mu dedi? Hayır efendiler! Halkın davranışını irtica olarak takdim edenler, halkın reyini inhisar (esaret) altına almak isteyenlerdir.'
Ali Fethi Bey, bu konuşmasının ardından seçimlerdeki şaibeye, yapılan yolsuzluklara da değinmişti. Dillendiremese de içten içe Atatürk'e kırılıyordu. Kendisine diktatör diyemezdi fakat Mustafa Kemal; tek adamlığı, sözü en son kendisi söylemeyi seviyordu. Türkün Ateşle İmtihanı romanında Halide Edip Adıvar'ın bizzat Atatürk için söylediği şaşırtıcı ifadeleri okumanızı tavsiye edeyim.
İşte şimdi sevgili okur, yaptığımız kısa tarihi yolculuktan tekrar günümüze gelip son dönemi sorgulayalım.
Dikkat ederseniz tarihten yapmış olduğumuz, bizzat bu topraklarda yaşanılan alıntı ile bugünlerde yaşanılan, hemen hemen aynı! Hep dillendirmeye çalışıyorum; kişinin düşünme ve seçme seçilme hakkı gereği istediği partiye gönül vermesi çok insanidir. Ancak partizan olmak, fanatiklik yapıp bir başka fikrin konuşulup tartışılmasının önüne geçmek, hukuk üstünlüğü olan toplumlarda suçtur.
Hangi partiden, hangi inançtan ya da ideolojiden olursak olalım siyasi ilkelerimiz, hukuk kaidelerimiz olmak zorundadır. Olmazsa ne olur? Adamcılık olur, anarşi olur, siyasi kaos olur.
Eğitimcilerin bu konuda da çok duyarlı ve dikkatli olması gerek…
Şimdi gelelim fasulyenin faydalarına. İfadelerime şerh (açıklama) yapmam gereken bir mevzu var. Nereden Nerelere başlıklı yazımda 'Mini etek giymekle, sigara içmekle modern; başörtüsü, çarşaf giymekle de dindar olunmaz' sözümden çok içlenen bir dostumuz olmuş. Kendisine gerekli açıklamayı yaptım. Belki sizi de incitmiş olabilirim. Tüm samimiyetimle özür dilerim. Mini etekli, şortlu da benim kardeşim; başörtülü, çarşaflı da… Benim orada anlatmak istediğim, 'Kıyafetleri semboller haline getirmemek, modernlik ile dindarlık, sadece sözler ile kıyafetler ile olacak mevzular değil' demek istemiştim.
Mesela söyleşilerimde yazılarımda dini kelamlar kullanıyorum. Bunlar beni dindar eylemez sevgili okur. Tıpkı peygamberi sorgulamakla inançsız, Atamı sorgulamakla hain bir düşman olmayacağım gibi!
Şiddetin her türlüsünden uzak, hakaret etmeden, alaya almadan eleştirmek ve sorgulamak, bir eğitim işidir. Cumhuriyet'imizde de böylesi kültür eğitimi yoksa demokrasiden bahsederken inandırıcı olabilir miyiz? Sahi, eğitimcilerin kaçı demokrat, kaçı kitap okuyor ve daha acısı, gençleri de bir birey olarak kabul ediyor? Orta şeker bir kahve molasının tam vaktidir. Afiyetle, şifa ile…