Değerler eğitimi!
Dürüstlük, her zaman kazandırmaz… Hatta kaybettirdiği de çoktur. Hani atalar, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” demişler...
Dürüstlük, her zaman kazandırmaz… Hatta kaybettirdiği de çoktur. Hani atalar, 'Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar' demişler ya… Herkesin bir doğrusu var ve insanlar, başkalarının da o kendi doğrularının arkasından gelmesini bekliyorlar. Ama herkes figüran olmayı kabul etmez ki!
E-sosyal medya ortamında herkes yazıyor bir şeyler. Ben bazen samimi bulduklarıma, 'Atarlı ve imalı yazmayın, yazacaksanız açıkça kime ve niçin yazdığınızı belli ederek yazın' diyorum.
İnsanlar yazma ve ikide bir kaç kişi beğenmiş diye bakma sevdalısı oldular…
Ben de bu e-sosyal medyayı kullanıyorum ama kendimce ölçülü yazıp ölçülü paylaşmayı tercih ediyorum. Kaç kişi beğenmiş umurumda bile değil. Beğeni almak ve ilgi görmek, tabii ki insanı mutlu ediyor. Bu, insanın doğasında var. Ama biliyorum ki kimileri okumadan beğeniyor, kimileri de okuduğu halde beğeni tuşuna basmıyor. Benim için okunur olmak daha güzel.
**
Okullarda bir değerler eğitimi kavramı çıktı 2-3 yıldır.
Değerler eğitimi ile ilgili ilk cümle: 'Kendi kültürümüzü, inancımızı öğrenip yaşayıp ve davranışa aktarmaktır.' Tanzimat Fermanı'nın ilan edildiği yılların ardından özellikle İstanbul'un zengin kesimlerinde yozlaşma eğilimleri görülmüş. Tanzimat Edebiyatı romanlarına da yansımış bu durum. Belki daha önceleri de vardı! Hatta belki de her dönemde ya da eski kuşaklar, yeni kuşakların davranış biçimlerini bu ifade ile tanımlıyordu.
Değerler eğitimi ile ilgili ikinci cümle de şöyle: 'Davranışa dönen her değeri sosyal çevre içinde model olarak insanlara yansıtmak.'
Değerler eğitimi ile ilgili okullarda panolar hazırlanıyor, sınıflarda bu konuyla ilgili konuşmalar yapılıyor falan. Her ayın bir konusu var…
Fakat ben söylemden çok icraattan yanayım. Yani çok konuşmaktan ziyade uygulamadan.
Örneğin, okullarda mafyatik eğilimler gösteren öğrencilerimiz var. Okula eğitim için değil de vakit geçirmeye geliyorlar. Sivil kıyafet ile saç sakal umurlarında değil… Defter kitap taşımıyorlar… Sürekli dersin huzurunu bozma eğilimindeler. İşte burada 'Evladım, yavrum, yapma etme' gibi konuşmalar solda sıfır kalıyor. Tamam, 'Eğitim ve sözlü uyarılar yapılmasın, gereksiz' falan demiyorum ama ben, ödüllendirme ve cezalandırmanın hak edene hak ettiği gibi olmasını savunuyorum. Yani çalışan öğrenci ile kopya çeken öğrenci ayrılmalı. Ders çalışan ile dersi kaynatan… Dinleyen ile dinlemeyen…
Eğer düşünceleriniz söylemde kalıyorsa başarısız oluyorsunuz.
**
Gazetemizin başyazarı Mustafa Erdal -ki o, başköşe yazarı denilmesini isterdi- renkli bir kişilikti. Zaman hızlı geçiyor. Daha dün gibi sanki bürosunda oturuşlarımız ve 'ince çene' muhabbetlerimiz.
Her günlük dostu avukat Bilal Bahadır, onun için özel bir yere sahipti. Bilal Bey de onu sever, sayar, bir dediğini iki etmemeye çalışırdı. Ne de olsa yine onun deyimi ile ideoloji arkadaşlıkları vardı.
Abdülhamit ve Menderes'e toz kondurmazdı.
Ben, onun gazeteci çırağı olarak her günlük olmasam da Bilal Bey'den sonra ikinci 'Hasan Ali'si gibi idim.
Bürosunun önünden geçiyorsanız çay içirmeden salmazdı. Bir de bardak soğumadan…
Gazetemizde Utku Arda ve Behçet Petekkaya müstear (takma) adla çıkan yazılara atfen bana takılır, devamını burada yazamayacağım 'Hoca hoca! Kırk yıllık … … öğretme' derdi. Son dönemde artık beni 'Behçet Hoca' diye çağırır olmuştu.
Bir de bu muhabbette rahmetli Vedat Öztürk hocamız da varsa işte o zaman içtiğimizin çayın sayısı belli olmazdı.
Eski Ödemiş'i sokak sokak bilir, esnafını anlatırdı.
Çocukluk yıllarındaki Ödemişli Yahudi ailelerinin çocukları ile olan arkadaşlıklarından bahsederdi. Aileleri İsrail'e göç etmiş bazı arkadaşları, ta oralardan gelip hal hatır sorarlardı. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen çok güzel de Türkçe konuşurlardı.
Ödemiş'in ayaklı, sözlü tarihi gibiydi. Babasının şimdiki Vakıflar Bankası'nın yerindeki handa otel işletmeciliği yapması, erken yaşlarda gazeteciliğe başlaması ve tapu takip işleri ile arzuhalcilik yapması, onu hem popüler yapmış hem de çok sayıda yönetici ile arkadaş olmasını sağlamıştı.
Necip Fazıl Kısakürek'ten hoşlanmazdı çünkü onu İş Bankası müfettişliği yaptığı sıralarda geldiği Ödemiş'te tanıma imkanı bulmuş, kumar ve içkisine şahit olmuştu.
Her insanın olduğu gibi onun da yanlışları ve kusurları vardı elbette.
Geçtiğimiz salı günü ölüm yıldönümü idi. Her günlük dostu, o gün İzmir'de olduğu için ertesi gün birkaç arkadaş yine bürosunun önünde toplanıp onu iyilikleri ve esprili kişiliği ile yad ettik.
Ödemiş'in bir değeri idi… Bir varmış bir yokmuş oldu…
Not: Fotoğraf, sevgili avukat öğretmenimiz Mehmet Özcan'ın milletvekili olduğu yıllarda büroda yaptığımız bir söyleşiden…