“Dayanabildiğim sürece Tmolos ateşi yanacak”
Yazarlarımızdan Ömer Akşahan, Birgün Gazetesi’nden Mehmet Özçataloğlu’nun sorularını yanıtladı. “Anadolu’da Tüten Bir Çoban Ateşi” başlıklı söyleşide...
Yazarlarımızdan Ömer Akşahan, Birgün Gazetesi'nden Mehmet Özçataloğlu'nun sorularını yanıtladı. 'Anadolu'da Tüten Bir Çoban Ateşi' başlıklı söyleşide Akşahan'ın periyodik olarak Ödemiş'te yayınladığı ve gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki pek çok farklı noktada okurlarıyla buluşan Tmolos Edebiyat dergisi hakkında konuşuldu.
Öncelikle derginin adından başlamak istiyorum. Bir edebiyat dergisi için farklı bir isim. Peki, Tmolos ne demek ve neden Tmolos?
Mitoloji tutkunları, Tmolos adını iyi bilirler. Dünyada ilk madeni parayı ticarette kullanan Lidya Krallığı, bugünkü adıyla Bozdağların kuzey eteğindeki Sart kentini başkent yapmışlardı. Bozdağların zirvelerinden Gediz Ovası'na akan derelerden edindikleri altınları paraya dönüştürerek parlak bir uygarlığa imza attılar. Tmolos, coğrafyada tümülüs olarak da adlandırılır. Tepe, zirve anlamının yanında mitolojik anlamı da 'dağ tanrısı' demektir. Bozdağlardaki mitolojik öykülerin en tanınmışı, Pan'ın flütü ile kazandığı yarış sonrası yaşanan tanrılar kavgasıdır. Pan, günün birinde flütüyle Apollon'a ve onun efsanevi lirine meydan okur. İki tanrı arasında bir müzik yarışması düzenlenmesine karar verilir ve Lidya'daki Tmolos Dağı'nın (Bozdağ) tanrısı Tmolos da yarışmanın jürisi olarak belirlenir. Önce Pan, sonra Apollon, sırayla çıkıp performanslarını sergilerler. Tmolos (ya da Tmolus), Apollon'u yarışmanın galibi ilan etmekte tereddüt etmez. O sırada dinleyici olarak orada bulunanlar da Tmolos'la hemfikirdir. Bir kişi hariç, o da Frigya kralı Midas. Midas, sonuca açıkça muhalefet ederek Tmolos'un adil bir karar vermediği konusunda ısrar edince Apollon'u sinirlendirir. Öyle sinirlendirir ki Apollon, müzikten hiç anlamadığını düşündüğü Midas'ın işe yaramaz kulaklarını eşek kulaklarına dönüştürür. Bu öykü böylece uzar gider…
Dergiyi çıkarma fikri nasıl doğdu?
1990 yılında Ödemiş Efe dergisini Öğretmenevi müdürlüğüm sırasında dört sayı yayımlayabilmiştik. Bu çalışma, o günkü koşullarda Ödemiş-İzmir arası mekik dokumama neden oluyordu. Çünkü Ödemiş'te ofset matbaa yoktu. Tüm yorgunluğuna karşın dergicilikten büyük keyif almıştım. 1992 yılında bugünkü Tmolos Edebiyat'ın logosuna çok benzeyen bir tasarımla Tmolos Edebiyat adını hayal etmiştim. Bu hayalim, 20 yıl sonra 2012 yılı Nisan ayında ete kemiğe büründü; Tmolos Edebiyat, dört sayfa ve siyah beyaz bir dergi olarak doğdu.
Derginin ilk günlerinden bugüne takipçisiyim. Bu yolda hızlı bir gelişim gösterdiniz. Nitelikli bir hale büründü. Bundan sonrası için dergiyle ilgili planlarınız, düşünceleriniz nelerdir?
Daha ilk sayıdan itibaren edebiyat dünyası içinde olan biri olarak geçmişte yaşadığım Ödemiş Efe ve Gemeinsam dergilerimin bana kazandırdığı tecrübelere dayanarak bu yolda ilkelerimden ödün vermeden ilerleyeceğimi biliyordum. Pek çok kişi buna inanmasa da inatçı kişiliğim ve yazar-şair dostlarımla kurduğum sıcak diyaloglarla her geçen sayı, bir öncekini aşarak 75. sayıya yedi yılda ulaşabildik. Elbette bu bir başarıysa senin de payını unutmadan geçmeyeceğim. 'Tmolos, Anadolu'da tütmeye devam eden bir çoban ateşidir' diyebilirim.
2018 krizini yara almadan atlatıp derginin yayınını sürdürmek, en büyük hedefim oldu.
Tmolos'un ilginç bir kapak tasarımı var. Bu tasarımlar kime ait ve bu kapakların amacı nedir?
Tmolos'ta renkli baskıya geçtiğimiz 28. sayıdan itibaren günümüzde kadına verilen değerin azalması, kadın cinayetleri, tecavüz, aşağılama, çalışma hayatından uzaklaştırma çabalarına karşı bir duruş sergilemeyi yazı ve şiirler kadar, kadın estetiğini en iyi tanıyan ressamların portreleriyle bunu yansıtacağımızı düşündük. Biliyoruz ki pek çok ressam, aynı zamanda bir şair ya da bir öykücüdür. Ressam şiirini renklerle, şair de sözcüklerle yazdığına göre buna sanatçı dayanışması da diyebiliriz. Resim seçimleri bana ait; yerli yabancı kim olursa olsun beğendiğimi ressamlarıyla görüşerek Tmolos kapağına taşıyorum. Böylece telif sorunu da yaşamıyorum.
İçinde bulunduğumuz ekonomik şartlarda birçok dergi, direnemeyip tarihin tozlu sayfalarında yerini alırken Tmolos yaşamaya devam ediyor. Dilerim daha uzun ömürlü olur. Bunu nasıl sağlıyorsunuz? Dergi sevdalılarına, dergi yayıncılarına bu konuda neler söylemek istersiniz?
Tmolos'u yayımlamaya karar verdiğimde kendime söylediğim şuydu: 'Sen ne Cemal Süreya gibi Paris'ten dönüşte araba alabilecek olduğun paranı Papirüs için harcayabilirsin ne de Tekin Sönmez'in Yansıma'yı çıkarırken elimdeki kırk sarı lira bitince 'Bu dergi bitecek' diyebilirsin.' Türkiye'deki edebiyat dergilerinin pek çoğunun aksine kaynak bularak bu dergi çıkacaktı. Dergi okurunun binde iki olduğu bu ülkede abonelere dayanarak kaç dergi yaşamış ki benimkisi yaşasın! Kimileri dudak bükse de ben halkımıza, esnafımıza yöneldim. Yıllardır Ödemişli esnafla geliştirdiğim sağlıklı ticari diyaloglarım sonucu onlara dergiye reklam verme fikrini benimseterek sağladığım finansmanı dergiye harcadım. Derginin iki temel harcaması, matbaa ve posta giderleridir. Bunlar da her geçen yıl daha da artıyor. İşin gerçeği, dayanabildiğim sürece ve desteklerim var oldukça Tmolos ateşi yanmayı sürdürecektir.
Geçtiğimiz günlerde bir dergi yöneticisi, 'Bize şiir göndermeyin, biz talep ederiz' şeklinde bir açıklama yaptı. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Dergiler, gelen yazılardan seçerek mi yayımlamalı yoksa talep ederek mi?
Edebiyat dergileri, genelde her sayılarında bir dosya konusu seçiyor. Doğrusu ben, o tür bir düşünceye sıcak bakmadım hiç. Dergiler, edebiyatın mutfağı olduğuna göre, o mutfağa ürün seçerken kendiliğinden size ulaşanların 'Ben sizden bir şey istemedim' diyerek çöpe atılmasından yana değilim. Burada sevgili Muzaffer İzgü abimizin Akbaba'yla yaşadığı serüven aklıma geliyor. Bilmeyenler için kısaca anımsatalım dilersen. Muzaffer Abi, her yazdığı öyküyü Akbaba'ya gönderir ama aylar geçer, hiçbir öyküsü yayımlanmaz. Ama o, her hafta dergiyi heyecanla açar 'Acaba öyküm yayımlanmış mı?' diyerek. Günün birinde dergi hazırlanırken bir sayfa boş kalmış. O an Yusuf Ziya Ortaç'ın aklına Muzaffer İzgü gelmiş. O sayıdaki öyküsüyle başlayan yazarlığı, bugünkü gülmece ustası Muzaffer İzgü'yü yaratmış da diyebiliriz. Işıklar içinde uyusun, öyküleri gençlerimizi aydınlatmaya devam ediyor.
Son olarak Tmolos'ta yazmasını hayal ettiğiniz bir isim var mı?
Söylemekte sakınca yok, kısır edebiyat atmosferimizde sırtını yayınevlerine dayamış ünlü (!) yazarlarımız Tmolos'un kapısını tıklatırlarsa isimlerinden dolayı değil, yazdıklarının ederinden ötürü konuk alabilirim. Başta da belirttiğim gibi dergide yer alan ürünleri -tabii bana ulaşanların içinden en iyilerini- editoryal bir çalışmayla okura sunmak zorundayım. Bunu da en iyi bilenlerden birisi sevgili Özçataloğlu'dur. Başka türlüsünü kabul edemiyorum. Bir derginin gelen yazıları okumadan kopyala yapıştırla yayımlamasına itirazım var. O tür dergiler bana ulaşsa da okumadan es geçiyorum.
Son olarak Tmolos Yayınları olarak bugüne değin üç kitap yayımlamayı başardık. Eğer ciddi talep gelirse dergide gösterdiğimiz titiz çalışmayı kitaplarda da sürdürmek dileğindeyim.
Bu söyleşi olanağını sağladığın ve Tmolos'taki değerli mektupları bize ulaştırdığın için çok teşekkür ederim. Sağlıcakla nice Tmolos'lara dostum.
Haber Merkezi