Çarşambadır çarşamba

Uzun bir aradan sonra haftada bir kez de olsa okuyucularımla buluşmak adına Tmolos Edebiyat Dergisi ve...

Uzun bir aradan sonra haftada bir kez de olsa okuyucularımla buluşmak adına Tmolos Edebiyat Dergisi ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğimizin yoğun çalışmalarının yanı sıra Küçük Menderes'ten gelen istek doğrultusunda yazmaya başladım. Bana yazılarımın hangi gün yayımlanacağı sorulduğunda hiç düşünmeden 'Çarşamba olsun' dedim. Bunu hangi düşünceyle söylediğimi sorsalar açıklayamazdım. Ama şurası bir gerçek ki belleğimde çarşambayla ilgili bir ize, zaman zaman elime aldığım, notlarından yararlandığım Cevdet Kudret ustanın 'Kalemin Ucu' adlı deneme kitabında rastladım.

Kitabın önsözü gibi okuyabileceğimiz, denemelerinde izlediği tutumu açıklayan bu metinde kendimi bulduğumu belirtmeliyim. Ustaya saygı adına paylaşıyorum;

'Kamburun biri, bir gece hamama gitmiş. Geceyarısı cinler çıkmış ortaya. Adamın çevresini kuşatıp başlamışlar 'Çarşambadır çarşamba' diye dönmeye. Adam bakmış ki kurtuluş yok, o da cinlere uymuş onlarla birlikte 'Çarşambadır çarşamba' diye dönmeye koyulmuş. Cinler adamı beğenmişler, sırtından kamburu alıp vücudunu dümdüz eylemişler.

Adam, ertesi gün bir kambur arkadaşına rastlamış, başından geçenleri anlatmış. Kamburcağız, geceleyin hemen hamama koşmuş. Geceyarısı cinler gene çıkmış ortaya, gene 'Çarşambadır çarşamba' diye dönmeye başlamışlar. Kambur da onlarla birlikte dönmeye koyulmuş ama günlerden perşembe olduğu için 'Perşembedir perşembe' der dururmuş. Cinler dermiş 'Çarşambadır çarşamba', adam dermiş 'Perşembedir perşembe'… Cinler kızmış, öbür adamın kamburunu da bunun sırtına yüklemişler, tutup kolundan kapı dışarı etmişler.

İşte böyle benim okuyucularım! Eskiden beri tutumum hiç değişmedi: Çarşamba günleri 'Çarşambadır çarşamba' dedim, sırtıma başkasının kamburunu yükleseler dahi 'perşembe' demedim.' (*)

Günümüz medyasında yaşanan onca kirlenmişliğe karşın dik duruşundan ödün vermeden, kalemini eğip bükmeden yazan kaç kişi kaldı gerçekten?

Yalan haber, kurgulanmış olaylarla ters bir algı yaratma çabaları, toplumu değiştirme dönüştürme adına kalem oynatanlara karşı Cevdet Kudret gibi ödünsüz yazabilmek ne büyük bir cesaret! Bu durum nereye kadar sürecek, düşünmeye değer. Hele bu uğraşın, taşra olarak anılan platformlarda bizim gibilerin yazdıklarının ne kadar kaale alınacağı, o da meçhul.

Toplumun sırtına her gün çeşitli boyutlarda yüklenen kamburların yarın nasıl bir fatura yükleyeceğini kestiremiyorum. Nostradamus gibi kehanetlerde bulunamayacağım. Her şeye karşın bilgi, görgü ve gözlemlerimden kendimce filtrelenmiş düşüncelerimi Küçük Menderes sayfalarında paylaşmaktan mutluyum.

Evet, yazdıklarımı yayımlamaya başladığım günden bugüne 28 yıl geçmiş. Bu sürede Ödemiş Efe, Gemeinsam (Almanca) ve yayımını sürdüğüm Tmolos Edebiyat gibi üç dergiyi yayın yaşamına kazandırmış, beş kitaba imza atmışım. Yazdığım her yazımı (biri hariç) kendi gerçek adımla yayımlamaktan hiç vazgeçmedim, aksine bu bana güç verdi. Çünkü benim de Cevdet Kudret usta gibi eskiden beri tutumum hiç değişmedi. Eğriye eğri, doğruya doğru; başarılı insanların eserlerini ve adını anmaktan hiç çekinmediğim gibi onlarla gurur duyabildim. Biliyordum ki, o insanların başarıya ulaşmak için gösterdikleri özverinin mutlaka taçlandırılması gerekiyordu. Yaşadığım coğrafya, binlerce yıllık bir uygarlığın boy attığı, parayı tedavüle sokan Lidyalıların yaşadığı, dünyanın en bereketli topraklarıydı. Böylesi bir ortamın beraberinde kültür ve sanata da beşik olacağını ortaya çıkan yapıtlardan anlayabiliyoruz. Bunları gören ve bilen biri olarak eskilerin 'Marifet iltifata tabidir' sözünü kendime rehber edindim. Hayattan öğrendiğimse şu oldu: Övülen kadar onu öven de yücelir, değer bulur…

Son söz: Sanatçıyı yaşarken övmekten korkmayın, hele hele ölüsevici hiç olmayın!

(*) Cevdet Kudret, Kalemin Ucu, Cem Yayınevi, 1991, 1. Basım.

Bakmadan Geçme