Büyük sorular
İçimdeki çocukla konuşmak istedim birazcık. Çok meraklı çıktı, beni sorulara boğdu biteviye. Nereden buldu bu kadar...
İçimdeki çocukla konuşmak istedim birazcık. Çok meraklı çıktı, beni sorulara boğdu biteviye. Nereden buldu bu kadar soruyu bilemedim, soramadım da niye bu kadar çok soruyor diye. Asılı kaldı cevaplar geçmişte…
'Niye bu kadar çok okuyordun?'diye sordu bana. Önce duraksadım ama cevabı aslında zor değildi. Devamlı okuyan bir baba, arkadaşlarıyla kitaplarını değiştirerek sürekli okuyan bir abla, okumaya teşvik eden bir öğretmen, televizyon yok, cep telefonu yok, merak fazla, düzenli alınan dergi ve kitaplar, kendine özgü yapısıyla ilgi çekici kütüphane, var da var sayacak birçok etken. Ben bunları sayadururken, 'Bu kadar okudun da ne oldu?'diye soruverdi ansızın bana. Sahi okudum da ne oldu? Hadi cevap verebilirsen ver bakalım…
'Neden bu kadar çok hayal kurardın?' deyiverdi birden. Sahi çok mu hayal kurardım? Okuduğum kitaplardaki dünyalara mı giderdim? 'Çok da hatırlamıyorum' diyecektim, konuşmama fırsat vermedi. İçime gömüldü sesim, hayal ettiğim renkli dünyada kayboldu. Sırtüstü uzanıp çimenler üzerine, masmavi göğü ara ara şenlendiren bulutları ortak edip hayallerime, gidiverdi başka diyarlara yaşananlar…
'Herkese inanırdın, kim ne derse doğru söylediğini zannederdin değil mi?' dedi. Doğru söylüyordu. Herkesi kendim gibi zannediyordum galiba. Gerçi şimdi de çok değişen bir şey yok. İyi niyetle yaklaşım, 'Aslında yanılmışım'ları da beraberinde getiriyor. Sonradan ayrımına varıyor insan. 'Bir ara insanları anladığımı sandım. Sonra sandığımı anladım' demiş ya FREUD, öyle işte…
'Hep mi yumuşak üslubun?' diye başka bir soru sorup yazdığım veciz sözü yorumlamama bile izin vermedi. Aslında düşününce çok uzun bir zaman sessizlikten yana tercihimi kullandığımı söyledim nihayet. Belki de dinleyerek, anlamaya çalışarak biriktiriyordum sözcüklerimi, söyleyeceklerimi. Biliyorum, şimdi soracak bana 'Çok mu sabırlıydın?' Değil tabi. Geniş ailede geçirilen çocukluk ve o ailenin en küçük bireylerinden biri olmanın getirisi olsa gerek bu. Ayrıca 'üslubu, kimliğiymiş insanın.' Ne diyelim. 'Elbette kızdığım da, öfkelendiğim de oldu, duygu taşıyoruz, insanız. Bilmiyormuş gibi sorup durma' diye paylamaya kalktım. Sustum…
'Bunca vaktini neye hasrettin?' dedi. Vay, çok büyük soru. 'Sen nereden biliyorsun bu kelimeyi?' diyecektim, tahmin ettim babamın okuduğu Osmanlıca kitaplardan kalmış olmalıydı belleğinde. Baktım, ona verecek net bir cevabım yok. Tek cevabı kaldırmaz bu soru. Sonra Özdemir Asaf'a ait 'Hayatta en değerli olan zamandır. Kime hediye ettiğine dikkat et' sözü geldi aklıma. 'Sen buna tutun o zaman' dedim, sıyrıldım sorudan…
Baktım, ardı arkası gelmiyor soruların. 'Ben yoruldum, senin gibi çocuk değilim, hadi bakalım geç oldu, sen de uykuya' dedim Adile Naşitvari.
'Aslında sen nasıl çocuksun? Git, koş, eğlen, takıl sanal alemde' diyesim geldi ama bu zamandan farklı bir yerde duruyordu hala, farklıydı, farklı da kalacaktı, bunu kabul etmeliydim.
Usulca 'Sonra yine söyleşiriz' deyip gönlünü alıverdim. İncitmek istemedim onca zamandır büyümemi bekleyen çocuğu…
Boş ver
düşün neyse
düşüncen o
fikrin neyse
sözün o
üslûbun neyse
özün o
gerisini boş ver…