Boya yapımının evrimi: Masum boyalar-Katil boyalar

İnsanlık tarihinin başlangıcından beri insanın gerek duyduğu diğer ihtiyaçlar gibi renkler de hep hayatın içinde olmuştur....

İnsanlık tarihinin başlangıcından beri insanın gerek duyduğu diğer ihtiyaçlar gibi renkler de hep hayatın içinde olmuştur. İlk toplumlar, yaşadıkları yerleri ve kullandıkları eşyaları kimi zaman korunmak, kimi zaman korkutmak ve etkilemek, kimi zaman haberleşmek, kimi zaman onurlandırmak hatta kimi zaman da şifa için boyamışlardı. Renk elde etmek için ilk kullanılan madde topraktı. Demir içeren topraktan kırmızı renk elde ediyorlar, normal toprağı açık kahverengi için kullanıyorlardı. Beyaz için kullanılan madde kireçti. Koyu renkler için de odun kömürü ve kül kullanılıyordu.

İnsanlar, başka renklere ihtiyaç duymaya başladıkça çeşitli madenler kullanmaya başladılar. Mesela bakırdan yeşil ve mavinin tonları elde ediliyordu. Bazı renkleri elde etmekse oldukça tehlikeliydi çünkü zehirli madenler kullanmak gerekiyordu. Mesela kırmızı ve koyu turuncu için civa, gri ve açık sarı için kurşun, sarı için arsenik kullanılıyordu. Ortaçağ Avrupası'nda kitap yazıp çoğaltmak ve bu eserlerin süslemesini yapmak, kilisenin tekelinde olduğu için rahipler boya hazırlarken bu tehlikeli maddelere maruz kalıyorlardı. Eskiden bitki özlerinden elde edilen ve kırmızıdan sonra insanların en çok tercih ettiği renklerden biri olan yeşil de bir dönem kullanılması oldukça riskli olan renklerden biri haline gelmişti. Şöyle ki 1775 yılında İsveçli kimyager Carl Wilhelm Scheele, reçine ve arsenik bazlı parlak bir yeşil elde etti. Scheele yeşili denen bu renk, sabun üretiminden şekerleme yapımına, cam üretiminden duvar kağıdına ve tekstile kadar birçok alanda kullanılmaya başlandı. Rengin içeriğinde bulunan bakır arsenitin bazı durumlarda 'arsenik trimetil' adlı çok zehirli bir gaza dönüşmesi, ölümcül sağlık sorunlarına yol açtı. Hatta Napolyon'un sürgünde yaşadığı evinin banyosunda bulunan çok sevdiği yeşil renkli duvar kağıtlarından çıkan bu gaz yüzünden öldüğü rivayet edilir ki yıllar sonra Napolyon'un mezarı Fransa'ya taşınırken alınan saç örneği üzerindeki incelemelerde yüksek dozda arsenik bulunmuştur.

Bazı renkler ise bazı toplumlar tarafından sevilmiyordu. Romalılar, mavi rengi barbar kuzeylilerin rengi olarak kabul ediyor ve bayağı buluyordu. Romalılar gibi eski Yunanlılar da mavi kullanmayı tercih etmiyorlardı. Oysa Romalılar tarafından yerilen ama günümüzde çokça kullandığımız mavi, eskiden nadir ve pahalıydı. Çünkü saf mavi, doğada pek yaygın bulunmuyordu ve bu rengi elde etmek gayet zahmetliydi. Mısırlılar, kireçtaşı ve kumu azurit veya malakit gibi bakır içeren bir mineralle karıştırıp belli bir dereceye kadar ısıtarak Mısır mavisini elde ettiler ve böylece sentetik boya üreten ilk uygarlık olarak tarihe geçtiler. Ancak yine ilk olarak Mısırlıların kullandığı koyu ve canlı bir mavi daha vardı ki Afganistan'dan geliyordu ve çok değerliydi. Bu renk, 'lapis lazuli' adı verilen lacivert bir taştan elde ediliyordu. Öğütülerek toz haline getirilen bu parlak mavi pigment, Afganistan gibi uzak bir ülkeden denizleri aşarak geldiği için Avrupalılar buna 'deniz ötesinden' anlamına gelen 'ultramarin' adını verdiler. Bu safir mavisi boya, Ortaçağ ve Rönesans döneminde yalnızca en değerli dini yazmaları süslemek için, özellikle Meryem Ana gibi kutsal kimselerin kıyafetlerini resmetmek için kullanılıyordu. Çok uzaktan getirilmesi ve sonraki işlemlerin maliyeti nedeniyle bu pigment, öylesine pahalıydı ki Michelangelo gibi ünlü sanatçıların bile almaya gücü yetmiyordu.

Bazen renkleri elde etmek için böcekler ve deniz canlılarından da yararlanılıyordu. Mesela siyah renk elde etmek için mürekkep balığından faydalanıldı. Meksika ve Kanarya Adaları'nda bulunan bir kaktüs biti olan 'dactylopiuscoccus' adı verilen 'kırmız böceği' ise yerliler tarafından ezilip çeşitli maddelerle karıştırılarak kırmızıdan turuncuya, nar çiçeğine ve mora çalan bordoya kadar çok canlı ve dayanıklı renkler elde etmek için kullanıldı. Azteklerden beri bilinen ve renk elde etmek için kullanılan bu böcek, günümüzde hala gıda endüstrisinde ve kozmetik üretiminde yine aynı amaçla kullanılmaya devam edilmektedir.

Deniz canlılarından elde edilen bir diğer renk ise mordu ve oldukça pahalıydı. Fenike topraklarında üretildiği için ticareti de onların tekelindeydi çünkü sadece günümüz Lübnan sınırları içerisindeki Sur ya da Tyre adıyla bilinen liman kentinde imal ediliyordu.Bu nedenle 'Sur firfiri' ya da'Tyrian moru' olarak adlandırılmaktaydı. Rengi elde etmek için 'Murexbrandaris' ve 'Murextrunculus' adlı dikenli deniz salyangozları kullanılıyordu. Bir gram boya elde etmek için 9000 kadar salyangoz, sahip olduğu salgı yüzünden öldürülüyordu. Bu yumuşakçaların salgı bezlerinde bulunan ve doğal hali soluk sarı renkte olan salgı, önce su ve bekletilmiş idrarla karıştırılıyor, on gün boyunca sürekli kaynatılıyor ve elde edilen çözelti, tekrar idrar ve balla işleme alınarak son halini alıyordu. Boya kaynatıldığı esnada etrafa öyle kötü bir koku yayılıyordu ki ticaret için gelen gemiler limana yanaşmaz, açıkta demirleyen gemilere mallar teknelerle taşınır, işi biten gemiciler hemen oradan ayrılırdı. Kumaş üzerinde çok canlı ve kalıcı bir renk oluşturan bu boya, elde etmenin çok zahmetli olması ve zamanla solmaması nedeniyle altından bile değerliydi. Bu nedenle mor renkli kıyafetleri ancak krallar, soylular ve din adamları giyebiliyordu. Roma İmparatoru, Sezar mor tolgayı kendisinden başkasının giymesini yasaklamıştı. Bizans'ta da durum farklı değildi ve bu renk, İstanbul'un Fatih tarafından fethine kadar Bizans hanedanını simgeleyen bir renkti. İngiliz kraliçesi I. Elizabeth döneminde de kraliyet ailesi ve yakın akrabaları dışındaki kimselerin mor kıyafet giymeleri yasaklandı. Yani bu rengi kullanmak sadece zenginliği değil, kullananların statüsünü de yansıtıyordu.

Çok değerli olan mor renk başka bir yerde, Meksika'da da üretiliyordu, Fenikelilerden daha farklı ve daha insaflı olarak Meksika yerlileri salyangozları öldürmüyor, salyangozlara üfleyerek salgıları yünlerin üzerine bırakmalarını sağlıyor, sonra onları tekrar denize bırakıyorlardı. Morun herkesin erişebileceği kadar ucuzlaması, ancak 1856'da İngiliz kimyager William Henry Perkin'in sıtma için kullanılan kinin maddesini sentetik olarak üretmeye çalışırken yanlışlıkla sentetik moru keşfetmesiyle mümkün oldu ve Perkin, bu keşfi sayesinde zenginliğe kavuştu.

Velhasıl insanlık tarihinin başlangıcından bu yana hayatımızın her daim içinde yer alan boyalar, bir zamanlar arsenik, civa, kurşun gibi tehlikeli maddelerle elde edilerek birçok insanın sağlığına ya da hayatına mal oluyor, bazı canlılardan milyonlarcası belli bir boyanın yapımı için öldürülüyordu. Boyalar, son teknoloji ile sentetik olarak üretilmeye başlanınca hem daha sağlıklı hem de daha ucuz hale geldiler. Boyaların ucuzlaması ve bazı renklerin kullanımının eskisi gibi belli bir grubun tekelinde olmaması sebebiyle artık sınırsız renkten istediğimiz alanda faydalanabilmekteyiz.

Bakmadan Geçme