Biyolojik bir katliam: Veba

Veba insanlık tarihi boyunca birçok defa kendini göstermiş, oldukça korkutucu, ölümcül ve gizemli bir hastalıktı. Çok...

Veba; insanlık tarihi boyunca birçok defa kendini göstermiş, oldukça korkutucu, ölümcül ve gizemli bir hastalıktı. Çok uzun zamandır biliniyordu. Örneğin Bizans devrinde görülen Jüstinyen Vebası, milyonlarca can almıştı. Ancak tarih boyunca birçok kez kendini göstermiş olsa da en büyük, en çok akılda kalan ve ona Kara Ölüm adının verildiği salgın, 1347-1350 yılları arasında görülen ve Avrupa nüfusunun üçte birini yok eden salgındı.

Bilinenin aksine veba farelerden değil, fare ve çeşitli kemirgenlerin üzerinde bulunan bit, kene gibi parazitlerde bulunan bir bakteriden kaynaklanıyordu. Fareler sadece taşıyıcıydı. Hıyarcıklı (Bubonik) Veba, Septisemik Veba ve Akciğer Vebası olmak üzere üç türü vardı. En yaygını ve en hafifi, 'Yersinia Pestis' bakterisinin neden olduğu hıyarcıklı veba idi ki onda bile ölüm oranı çok yüksekti. Hıyarcıklı veba ani bir ateşle başlıyor; bunu üşüme, kusma, ishal, sayıklama ve ışığa aşırı duyarlılık izliyordu. Üç gün içinde kasıklarda, koltuk altlarında, boyundaki lenf düğümlerinde dayanılmaz ağrılar başlıyor ve bu bölgelerde yumurta büyüklüğünde şişlikler oluşuyor, buna şiddetli kas spazmları eşlik ediyordu. Şanslı olanlar, hastalık son nefeslerini verdirmeden önce komaya giriyorlardı. Veba, bulaştığı insanı çoğunlukla öldürüyordu, hastalığa yakalananlardan sadece %5'i hayatta kalabilmişti.

Veba, Batı Asya'ya büyük ihtimalle Çin'den kürk ticareti yapan Asyalı tacirlerle birlikte geldi. 1347'de Kırım Tatarları, birçok İtalyan tacirin yaşadığı Ceneviz limanı Kefe'yi kuşatmışlardı. Tatarların başında bulunan Canıbek, biyolojik silah olarak halkının yakalandığı hastalığı kullandı ve vebalı cesetleri mancınıkla surlardan içeri fırlattı. Hastalığı kapan İtalyanlar, korkuyla Cenova, Messina ve Venedik'e kaçtılar. Böylelikle bu üç şehir, Avrupa'da veba ile tanışan ilk şehirler oldu. Hastalık, 1348 yazında Paris'e, 1349 başlarında Londra'ya ve ardından İskoçya'ya ulaştı. 1350 yılında İskandinavya'ya, oradan da tekrar Tatarlara dönerek tam bir daire çizdi. Salgının şiddeti, ancak 1352'de azaldı.

Hastalık, toplumu çok derinden etkilemiş; gündelik yaşamı, umutları ve insanların psikolojisini darmadağın etmişti. Sağlıklı insanlar hastaları ölüme terk ediyor, anne babalar hasta çocuklarından, çocuklar hasta ebeveynlerinden kaçıyordu. Milano'da şehir yönetimi, hastalığa yakalananların kapı ve pencerelerinin duvarla örülüp insanların içeride ölüme terk edilmesini emretti. Bu acımasız önlemle şehir, vebadan diğer kentler kadar büyük bir zarar almadan kurtuldu.

Hastalıkla birlikte medeniyet; çöküşün kıyısına gelmiş, yerel yöneticilerle liderler de hastalığa yenik düştüğünden hukuk ve düzen altüst olmuş, asayiş bozulmuştu. İnsanlar vebadan kaçarken on binlerce köy boşalmış, üretim ve ticaret de durmuştu. Çileden çıkmış birçok Avrupalı Hıristiyan, hastalığın sorumlusu olarak Yahudileri gördü ve bu inanış, salgından sonra şiddetli bir Yahudi katliamının yaşanmasına neden oldu. Salgın boyunca yaşananların Katolik Kilisesi'nin öğretisiyle çelişmesi, kiliseye olan güveni sarstı. Çünkü Kilise, hastalıkları ve felaketleri Tanrı'nın gazabına bağlıyor ve bunu önlemenin yolu olarak kiliseye para ve toprak bağışında bulunmayı gösteriyordu fakat veba geldiğinde bağışta bulunan bulunmayan çoğu insanı hayattan koparmıştı. İnsanlar arasında, 'Tanrı, böyle zalim bir hastalığa nasıl izin verebilir?' düşüncesi hasıl oldu. Böylece halkın kiliseye olan saygısı iyice azaldı. İnsanların kendilerini kırbaçladığı bazı aşırı tarikatlar baş gösterdi. İtibarını kaybeden başka bir kesim ise doktorlardı çünkü hiçbir doktorun bu hastalığı iyi edecek bir reçetesi yoktu. O dönemdeki doktorların kıyafetleri de veba kadar korkunçtu. Hastalıktan korunmak için sivri gagalı tuhaf maskeler takıyorlardı. Bu gaganın içinde hastalığın kendilerine bulaşmasını önleyeceğini düşündükleri çeşitli baharat ve otlar bulunuyordu.

Vebadan en çok etkilenen meslek grubu, din adamlarıydı çünkü ölmek üzere olan hastaların günahlarını çıkarma görevi yüzünden hasta insanlara yanaşmak durumunda kalıyorlardı. Birçok alanda Latincenin hakim olduğu o dönemde din adamlarının çoğu öldüğü için dini kadrolar, mahalli dilleri konuşan görevlilerle doldu. Eğitimde ve mahkemelerde de mahalli diller ön plana çıktı. Latince önemini kaybedince Aristo gibi eski filozofların eserleri, her ülkenin kendi diline çevrildi. Kara Ölüm, bir şekilde Latince karşısında diğer dillerin öne çıkmasında faydalı olmuştu. Hastalığın edebiyata ve İngiliz dilinin öne çıkmasına bulunduğu katkıya önemli bir kitabı örnek verebiliriz. Vebanın İngiltere'yi kasıp kavurmasından önce yazar Geoffrey Chaucer'ın ailesi pek varlıklı değildi. Ama yazarın ailesine salgından ölen akrabalarından miras kaldı ve aile aniden zenginleşti. Böylece Chaucer, sıradan bir tüccar olmaktan başka lüksü yokken eğitim alabildi ve İngilizcenin Latinceye, Fransızcaya göre daha aşağı düzeyde olduğu anlayışını altüst eden 'Centerbury Hikayeleri' adlı eserini yazabildi. Bu gelişme, Marlowe ve Shakespeare gibi önemli yazarların yolunu açmış oldu.

Çalışan nüfusun büyük bir kısmının hayatını kaybetmesinden dolayı eskiden derebeyleri için zor şartlarda serf yani köle olarak çalışan işçi sınıfı, bu durumdan kurtuldu ve ücretli işçi sınıfına yükseldi. Bazı yerlerde işçiler, o kadar az ve kıymetliydi ki tüm istekleri yerine getiriliyor, çalışma saatlerini kendileri belirliyorlardı. Ücretler ise öncekine nazaran kat kat artmıştı. Toprak sahibi ve işçi arasındaki güç dengesinde oluşan bu kayma, derebeylik sisteminin çökmesine yol açtı. İngiltere Kralı III. Edward gibi bazı krallar, değişen bu durumun önüne geçmeye çabalayıp çeşitli cezalarla ücretleri zorla eski haline getirmeye çalıştılar. Kralların bu inadı, sadece halk isyanlarına yol açtı ve yine binlerce insan öldü. Lakin halk artık uyanmıştı, Avrupa bir daha derebeylik sistemine geri dönmedi.

Vebadan sonra arz talep dengesinin bozulması, fiyatları da etkiledi. Demir, metal eşyalardan yapılan gereçler ve kumaş gibi insan emeği gerektiren sanayi ürünlerinin fiyatı arttı. Ancak insan sayısının azalmasından dolayı tarım ürünlerine talep azaldığı için zirai ürünlerin fiyatı düştü.

1300'lü yıllarda nüfusun artması, orman alanlarının büyük ölçüde tahrip edilip tarım alanı açılmasına neden olmuş ve ağaç kıtlığı artmıştı. Avrupa, çöl olmanın eşiğine gelmişti. Veba sayesinde azalan nüfusla birlikte önceden açılan tarım alanları bakımsızlıktan tekrar eski hallerine dönmüş ve bugün Avrupa'daki büyük ormanların hemen hemen hepsi salgın sonrasında meydana gelmiştir.

Veba, kedi soyunun tükenmesini de engellemişti çünkü kilise, kedilerin şeytan ruhu taşıdığını ilan ettiği için kediler önceden toplu halde suya atılıp öldürülüyor ya da ateşte yakılıyordu. Kedilerin bulunduğu yerlerde farelerin ve hastalığın daha az görülmesiyle yetkililer gerçeği gördüler. Böylece kedi katliamına son verildi ve Kara Ölüm, insanları öldürürken kedileri kurtarmış oldu.

Velhasıl geçmişte ve günümüzde başka hiçbir hastalık, vebanın meydana getirdiği ölümlere, deliliklere, dramlara, olumlu olumsuz onca değişime yol açmamıştır. Yine hiçbir hastalık, sanat ve edebiyata veba kadar çok konu olmamıştır. Tarihte milyonlarca kişinin ölümüne neden olan hıyarcıklı veba, günümüzde hala varlığını sürdürmekle birlikte bakteri kökenli bir hastalık olduğu için antibiyotiklerle kontrol altına alınmış ve artık insanların korkulu rüyası olmaktan çıkmıştır.

Bakmadan Geçme