Bir baştan bir uca İran-4

3. GÜN (13 Nisan 2015) Arg-e Kerim Han (Kerim Han Kalesi)'ne gittik. Pehlevi döneminde hapishaneymiş. Onarılmış....

3. GÜN (13 Nisan 2015)

Arg-e Kerim Han (Kerim Han Kalesi)'ne gittik. Pehlevi döneminde hapishaneymiş. Onarılmış. Dört kulesinden biri, Pisa Kulesi gibi hafif yatık. Uzmanlar, eğriliği düzeltmek için çok uğraşmış ama becerememiş. Öyle bırakmışlar. Şehir merkezinde kalmış. Tamamı tuğladan. Sarı renkte. Savunma amacıyla yapılmış ama yuvarlak hatlarıyla estetik kaygılar taşıdığını hissediyorsunuz. Duvarların yüksekliği, yaklaşık 14 metre ve oldukça iyi korunmuş durumda. 1750 yılında Zend Hanedanı'nın kısa süreli iktidarı döneminde Şiraz, İran'ın başkenti olmuş. Zend Kralı Kerim Han da Şah Abbas'ın İsfahan'da yaptığı gibi Şiraz'ı geliştirmek ve büyük eserler yaratmak istemiş. Saray bahçesinin bir parçası olarak İsfahan'daki büyük eserlerle rekabet için yaptırılmış. 12 bin işçi çalıştırılmış. Girişte Farsça 'Şiraz'a yeni gelen bir gezgin, uzun süre Kerim Han Sarayı'nın endamını övmekten geri duramayacaktır' yazan bir yazıt var. Kalenin avlusuna girdik. Neredeyse turunç çiçeği kokusundan baygınlık geçirecek olduk. O kadar keskin bir koku! Bol bol içime çektim. Şiraz'ın bendeki ilk izlenimi, bu turunç kokusu oldu. Hiç unutmam artık! Ortada upuzun bir havuz. Sağlı sollu turunç ağaçları. Hepsi de çiçeklenmiş. İlerliyor, girişe gelince duruyoruz. Binanın ahşap işlemeleri, vitrayları ilgimizi çekiyor. Vitraylara 'Frenk Yelpazesi' denilirmiş. İçerisini serin tutarmış. Karınca barınamazmış. Vitrayları içeriden daha canlı görüyoruz. Yarım daire ve altı pencere biçiminde düzenlenmiş. Her odada bir şömine. Duvarın alt bölümü mermer. Üstüne renkli kuş motifleri işlenmiş. Nasıl işlemişler acaba diye soruyoruz kendi kendimize. Birbirine geçmeli, yüksek eşiği olan onlarca oda bulunuyor. Hepsi ahşaptan. Hamam da yaptırılmış. Ama küçüktü. Duvarında 'Hayat Ağacı' motifi vardı. Bu motife hep mezar taşlarında rastlardık. Yanılmışız! 'Soğukluk' denilen ilk odanın havuzunda, madeni kağıt paralar ve sakın şaşırmayın kredi kartı bile vardı. Dilek için atılmış. Şu Doğu insanının tavrında hiç değişme yok! Hediyelik eşya almaya kalkıyoruz. Fiyatlar uçmuş! Vazgeçiyoruz. Kale çevresi yeşillik, ağaçlık. Değişik biçimlerde çiçeklikler -Örneğin, sürahi, kağnı…- oluşturulmuş. Hepsinde taze çiçekler. Upuzun geniş bir parka çıkıyoruz. Altından metro geçiyor. Havalandırmaları çok sesli çalışıyor. Gölgeliklerde her yaştan erkek. Kadın çok az. Rehberimizin söylediğine göre hepsi işsizmiş. Kadınların kendilerini pazarladıkları izlenimini edinir gibi olduk? Dağılmadan ilerliyoruz. Trafiğe çok dikkat ediyoruz. Ana yol ve kavşaklar dışında lamba yok! Yolu boş bulan geçiyor. Topluca geçiyoruz.

Vakil Bazaar (Vekil Pazarı)'na geldik. Çok büyük, sanki labirentlerden oluşmuş, dört farklı yöne ilerleyen bir kocaman yapı. Hediyelik eşya satan dükkanlar var. Kimi esnaf, çadırla dükkanını kapatmış. Bu, ya namaza ya da yakındaki bir işini görmeye gitti anlamına gelirmiş. Kilit, ancak akşam eve giderken vurulurmuş. Esnaf, turistlere karşı daha saldırganlaşmamış. Bu yüzden çok çok rahat hareket edebiliyoruz.

Ara bir yoldan Serai Mushir Kervansarayı'na giriyoruz. İki katlı, iyi korunmuş bir kervansaray. Ortasında havuz var. Havuzun iki uzun kenarında da turunç ağaçları. Çiçekleri, yine insanı bayıltan bir koku yayıyor. Havuz, serinlik yaratıyor. Turunç, yenen bir meyve değil. Suyu limon gibi. Salatalarda kullanılırmış.

Vakil Camii (Vekil Camii) hemen yakındaymış. Bazaar ile camiyi Kerim Han yaptırmış. Şiraz'ın ticaretine katkı versin istemiş. Cami; yivli, lüle lüle saç örgülü her biri tek parça taştan kesilmiş 48 sütunla desteklenmiş bir kubbenin altında duruyor. 14 basamaklı tek parça blok mermerden minber, iç düzenini tamamlıyor. İran camilerindeki geleneksel dört eyvan yerine burada çok güzel düzenlenmiş iki büyük avlu inşa edilmiş. İç avlu, harika çini işlemeli kameriye ve sundurmalarla çevrelenmiş. Caminin mihrap bölümü tamamen mozaik işlenmiş. ve her biri tek parça taştan kesilmiş 48 sütunla desteklenmiş bir kubbenin altında. 1773 yılında yapılmış. Çiçek desenli çini işlemelerin çoğu, Kacar dönemine ait. Cami, iki büyük depremden sonra halen ayakta. Yenileme çalışmaları sürüyor bir yandan. Karnımız acıktı. Özgün bir lokantaya uğruyoruz. Pilav, safranlı. Üzerine tereyağı ekleniyor. Iğdır'da yediğimiz Bozbaş adlı yemekten ısmarlıyoruz. Seramik bardakta, yanında yemeği ezmek için kullanılan tahtadan bir tokmak vardı. Servis yapıldığında anladık. Oradayken Şiraz Üniversitesi Matematik bölümü mezunu bir bayanla tanışıyorum. Gezimizi anlatıyorum. Mutlu oluyor.

Belediye otobüsleri çok eski. Perdeleri var. Güneşten koruyor. Duraklar bakımsız, dökülüyor. Otobüs ve taksiler sarı renkte. Belirlenmiş bir durak göremedim. Vızır vızır dolaşıyorlar. Dükkanların çoğu kapalı. İşler kesat demek ki! Açık olanları da manav, fırın, elektronik, beyaz eşya ve mobilya dükkanı. Bakımsız, dökülüyorlar. Meraklı gözlerle bizi izliyorlar. Selam verince karşılık alıyorsunuz ama…

Vara vara Eram Bağları (İrem Bağları)'na geldik. Girişi paralıymış. Bizi mis gibi turunç kokulu, renk renk çiçekli bir bahçe karşılıyor. Lavantalar, aşka bir koku yayıyor. Gözlerimiz kadınlara takılıyor. Saçları görünüyor. Bu yüzden tedirgin değiller. Bizimle fotoğraf çektiriyorlar. Karşımızda beyaz mermer merdivenli koskoca üç katlı bir ev. Sanki saray yavrusu. Kacarlar zamanında İlhanlı Muhammed Ghori adlı hükümdar yaptırmış. Sonra çevresi yeşillendirilerek bu bahçe oluşturulmuş. Binada bahçeye tamamen hakim bir salon ve kırık kırık aynalarla süslenmiş odalar var. Bahçedeki kameriyeler, lavanta çiçekleriyle donatılmış. Gezinti yolları, üstün bir estetik ve geleneksel bahçe mimarisine uygun olarak yapılmış. Hayran oluyoruz. Çok çeşitli bitkiler arasında Şiraz'da yetişen bir tür servi ağacı 'Sarv-e Naaz'ı görüyoruz. Bizde Servinaz biçiminde kadın ismi olarak kullanılıyor. Hava sıcak. Hararet bastı. Dondurmamı kaşıklıyor, çevreyi gözlemliyorum. Rehberimiz, buralı iki kadınla söyleşiyor. Çok rahatlar. Makyajlarından alımlı olmayı sevdikleri belli. Akşam yemeği restoranda, canlı müzikli. Antikacıları dolaşıyoruz. Metin-Eser hocalar, gümüş bir kolye beğendi. Pazarlık yok! Tek fiyat. Ne fiş ne de fatura verildi. Kayıt dışı bir alışveriş. Turizm, vergi kaçırmayı öğretmiş. Artık sonu gelmez bu çürümenin… İran'ın başka bir döviz girişi yok. Bu nedenledir belki bu serbestlik!?

Restorana gelelim şimdi. Sözde açık büfeydi. Ama çeşit sınırlı. Çorba, makarna, salata ve jöleli bir tatlı!? Ağzına kadar yabancı turist dolu. Merdivenlerle alt kata indik. Oturduğumuz locanın basık bir tavanı var. Daracık, zor oturabiliyoruz. Aydınlatma yetersiz. Hepsi erkek olan çalgıcılardan 'Mavi Mavi Masmavi' türküsünü istiyoruz. Güzel söylüyorlar. Kadın solist yok. Yasak! Ardından bir de oyun havası çaldırıyoruz. Kadınlı-erkekli olarak yerimizde halay çekmeye başlıyoruz. Birdenbire müzik susuyor. Ortalık buz kesiliyor. Meğer kadınlar oynamazmış! Yanlış yapmışız!? Rehberimiz devreye giriyor, durumu açıklıyor ve müzik sürüyor. Nereye geldik biz? İran İslam Cumhuriyeti'ne. İşte bu gerçek, bir kez daha kafamıza dank ediyor…

SÜRECEK

Bakmadan Geçme