Bir baştan bir uca İran-3
Yolumuz Tus'a (Ferdosi). Arası yarım saatmiş. İki isimli bu ufak kent, 13. yüzyılda Moğol saldırılarıyla yıkılmadan...
Yolumuz Tus'a (Ferdosi). Arası yarım saatmiş. İki isimli bu ufak kent, 13. yüzyılda Moğol saldırılarıyla yıkılmadan önce önemli bir eğitim ve kültür merkeziymiş. 1389'da Timur'un orduları, Tus'u kimsenin yaşayamayacağı kadar perişan ettiği için şehir, günümüzde de terk edilmiş görüntüsü veriyordu. İran'ın ünlü epik ozanı Firdevsi'nin türbesini gezeceğiz. Tam öldüğü yer olduğu iddia edilen noktada inşa edilmiş ve günümüzde varlığını sürdüren ufak köyün görülmeye değer tek eseriymiş. 1020'de ölen Firdevs'in bininci ölüm yıldönümü için ancak 1933'de soluk renkli taşlarla inşa edilmiş. Müslüman mezarlığında yer alması gerekirken zamanında yazdığı eserlerde İslm'ı övmediği için ömrünü geçirdiği evinin bahçesine gömülmüş. Önünde aracımızdan iniyoruz. Çevresi çöl gibi. Bir tek türbe yeşillik. Özgün bir yapı. En alt katta mezarı var. Duvarlarda üç tane savaş, kabartma biçiminde anlatılıyor. Orta kat (Giriş kat) hediyelik eşya satış yeri. Ama önce fotoğraf çekme maceramızı anlatmalıyım. Bir Azeri bayan, fotoğraflarımızı çekiyor. Saçları görünüyor. Oldukça rahat davranıyor. Meşhed'deki o ağır dinsel havayı dağıtıveriyor bir anda. Türbenin arkasında eski kerpiçten kale duvarlarının kalıntıları var. Üstünü teneke bir örtüyle örtmüşler. Yanda 11. yüzyıldan kalma seramik ve çömleklerin sergilendiği müzeyi geziyoruz. Firdevsi'ye ait eşyalar var. Ne bir kitapçık ne de dil bilen bir görevliyle karşılaşıyoruz!
Tus Havalimanı'na geliyoruz. Uçağımız dolu. Hostesimiz, Türkiye'den geldiğimizi duyunca daha güler yüzle hizmet veriyor. İstanbul'da üç ay yaşamış. Güzel anılarla dönmüş. Azeriler 'Bir millet iki devlet' anlayışında olduklarından daha sıcak davranıyor.
'Cennette huriler varmış kara gözlü / içkinin de oradaymış en güzeli. / Desene biz tam cennetlik olmuşuz, / bak bir yanda şarap diğer yanda sevgili…' diyen Ömer Hayyam'ın Nişabur kentindeki mezarını ne yazık ki gezemiyoruz. Mollalar engelliyormuş…
Fars eyaletindeki Şiraz'dayız. Fars eyaleti; bugünkü İran devletine, halka ve konuşulan dile ismini vermesiyle övünürmüş. Havalimanındaki kadınlar, çok daha özgür. Giyim-kuşamları daha rahat. Yüzümüze neşe geliveriyor. Yerdeki çöpü alıp kutuya atıyorum. Görevliler teşekkür ediyor. Beni saygıyla selamlıyor. Aracımıza biniyoruz. Gezi bitinceye değin sürücümüz değişmeyecek. Tebrizli, Azeri. Kente girişte Dervaz-e Kur'an (Kur'an Kapısı) karşılıyor bizi. Süslü bir kapı. Bin yıl önce yapılmış. Zendli Kerim Han, yapının üst katındaki bir odaya kutsal kitaptan bazı bölümleri koyduktan sonra Kur'n Kapısı denmiş. Şiraz'daki yaygın bir inanca göre seyahate giden bir yolcu, bu kapının altından geçerek yola çıkarsa kesinlikle Şiraz'a güvenli bir şekilde geri dönermiş. 1950'lerde yıkılmış ve daha sonra yerel bir tüccarın bağışlarıyla yeniden yapılmış. Yolumuz, Sadi (1209-1291)'nin türbesine doğru. Sadi, bir anlamda gezginlerin şairi. Şiraz'da doğmuş ve ölmüş. Türbesi, bir tepenin eteklerinde. 'Oanat' ismi verilen su yolu ile beslenen balıklı bir havuzun başında, sakin ve huzurlu bir ortamda. Türbe, beyaz mermerden yapılmış ve üzerine:
'Şirazlı Sadi'nin türbesi, aşkın kokusunu saçacak
Hatta onun ölümünden binlerce yıl sonra bile.'
beyiti işlenmiş. Beyaz mermer sütunlar üzerinde çini işlemeli bir kubbe yer alıyor. Sadi'nin verdiği eserlerden en önemlileri,'Bostan' ve 'Gülistan'. Hem şiirde hem de düzyazıda çok başarılı eserler vermesinin nedeninin insan karakteri ve yaşam konularında felsefi düşüncelerini sanatıyla birleştirebilmesindeki ustalık olduğu biliniyor. Mis gibi turunç çiçeğinin kokusu geliyor burnumuza. Çiçekler rengarenk, bayıltıcı kokular yayıyor. Havalimanındaki gibi yine kadınların rahatlığı dikkatimizi çekiyor. Saçları görünüyor. Çağdaş tavırlılar. Az ileride nağmeli bir ağıt sesi geliyor. İnsanın yüreğine işliyor sözleri, her ne kadar Farsça bilmesem de… Yanık yanık söylüyordu. Ayaklarım, beni o sese sürüklüyor. Büfedeki gence soruyorum. Tahranlı Salav Agıdi imiş. Otelimize 20.00 sularında varıyoruz. Eşyalarımızı odaya bırakıp restorana iniyoruz. Çok acıkmışız çok. Açık büfe, gayet doyurucuydu. Tatlı yoktu. Gezmeye kimse çıkmıyor. Ilık bir duş. Pestili çıkmış halde kendimizi yatağa atıyoruz.
3. GÜN (13 Nisan 2015)
Kahvaltı sonrası yoldayız. Tarihi yapıtlar, şairler, filozoflar, savaşçılar, krallar, orkideler, portakal ve güller kenti Fars eyaletinin başkenti, denizden 1440 metre yukarıdaki Şiraz'ı gezeceğiz. Kentten havalimanı arası 8 km. Yol boyunca gül bahçeleri var. Kentin kuzeyindeki Bagh-e Anar ve Bagh-e Takhti bölgelerindeki üzüm bağlarında Şiraz'ın ünlü üzümleri yetiştirilirmiş. İklim üzüm yetiştirmeye çok uygunmuş. Bu özel üzümden yapılan Şiraz ve Cabernet Şiraz şarapları dünyaca ünlüymüş. Ne yazık ki tadamayız çünkü yasak. Sanırım halk, gizli gizli evlerinde üretiyordur!? Geziden önce Dalia Sofer'in Şiraz'ın Eylülleri (Goa Yayınları, Dalia Sofer, Çeviren: Işıl Aydın, 1. Basım, 2007, İstanbul, 304 sayfa) adlı romanını okumuştuk. Romanda '1979 yılında İran'da yaşanan İslami devrimle devletin yönetim biçimi, anayasal monarşiden İslam Cumhuriyeti'ne dönüşür. İran Şahı sürgüne gönderilir, yerine dini lider Ayetullah Humeyni gelir. İşte bu dönemde Tahran'da yaşayan Yahudi asıllı Amin ailesinin öyküsü' anlatılıyordu. Bizi çok etkilemişti. Kadınlar araba sürebiliyor. Çok çok sevindirici. Mollalara karşı duruş bir anlamda…. Kent kurulduğu ilk yıllarda tüm trafik, Kur'n Kapısı altından işlermiş. Şimdi kullanılmıyor. Daha geniş yollar yapılmış. Shiraz Hotel, kente girenleri karşılıyor. Beş yıldızlı. Kayaların önüne konduruluvermiş. Oldukça çağdaş bir mimari yapısı var. Kayalıkların tepelerinde genç aşıklar buluşmuş, gizli gizli konuşuyorlardı. Gördük…
İran parası alıyoruz. Toplam 65 Avro bozduruyoruz. Cüzdanımıza sığmıyor. Naylona sarıp, eşimin çantasına yerleştiriyoruz. Döviz bürosunda Riyal kalmıyor. Biraz bekliyoruz. Para birimi, Toman ama biz Tümen diyoruz. Altı sıfırlı, alım gücü düşük. Kendimizi bildik bileli böyle para görmemiştik. Gezi bitinceye kadar yetecek sanki…
İlk durağımız, Şiiliğin önemli isimlerinden ve 12 İmam'dan biri olan İmam Rıza'nın öz kardeşi Seyid Emir Ahmed Türbesi (Şah-e Çerağ Türbesi-Işıkların Şahı Türbesi). Girişi, Selçuklu motifleriyle bezenmiş dev bir kapıdan yapıyoruz. Bizi öyle sıkı aramıyorlar bile. Yanımıza bir bayan, bir erkek görevli veriyorlar. Bayanın üzerinde sünnet olan çocuğun kırmızı kuşağına benzer bir kuşak var. Üzerinde 'International Affairs' (Uluslararası İlişkiler) yazılmış. Dışişleri Bakanlığı görevlisiymiş. Meşhed Türbenin iç duvarları, milyonlarca küçük ayna ile mozaik şeklinde işlenmiş. Küçücük bir ışık kaynağının bile milyonlarca ayna üzerinde değişik şekillerde yansıması, mozolenin gümüşten korumalarının parıltıları, türbenin çeşitli yerlerinden gelen yeşil ve sarı ışıkların beyaz ışıkla karışıp yansımaları, sürekli ziyaretçi akını, birçok kişinin burada namaza durması veya açıkça ağlaması, yarı karanlık ortamda mistik atmosferi aşırı derecede yoğunlaştırıyor. İçerideyken derin bir huşu, hüzün, ihtişam, eziklik ve hayranlık gibi duygularla karma karmakarışık haldeyim. Uyuyakalmış, yorgunluktan mı açlıktan mı anlayamadığım avurdu çökmüş, ellerindeki cep telefonlarında araba yarıştıran, bebesini kapıp buraya getirmiş kişiler gördüm. Günde bir kez ezan sesi okunuyormuş. O da sabahları. Bize özel davranıyorlar. Görevli, nereden geldiğimizi, Şii mi Sünni mi olduğumuzu sordu. Türkiye'den geldiğimizi, Şiilere/Alevilere yakın duran Sünni kişiler olduğumuzu söyledim. Merakını gidermişti. Yavaşça yanımdan uzaklaştı. Türbeye ayrı ayrı kapılardan girip çıktık. Bayanlara çok iyi davranmışlar. Ayrılmadan Cuma Camisi'ni gezdirdiler. Kutsal bir mekanda ilk kez kadınlı-erkekli bir aradayız. Cuma Camisi, her kentte bir taneymiş. Başka camide cuma namazı kıldırılmazmış! Bürolarına buyur ettiler. Her birimize şeker ve Seyyid Ali Hamaney'in Avrupa ve Kuzey Amerika gençliğine yönelik İngilizce 4. mektubunu verdiler. Charlie Hebdo katliamından sonra kaleme alınmış. Bir anlamda propaganda yaptılar. Hazır ayaklarına kadar gelmişiz! Türbe çıkışında adak et, şekerleme dağıtanlar vardı. Küçük karavanlarda banka şubeleri açılmıştı. SÜRECEK