Bir baştan bir uca İran…-1
1. GÜN (11 Nisan 2015) Sonunda beklenen gün geldi çattı…. İran İslam Cumhuriyeti (Jomhûrî-ye Eslâmi-ye Îrân)'ı...
1. GÜN (11 Nisan 2015)
Sonunda beklenen gün geldi çattı…. İran İslam Cumhuriyeti (Jomhûrî-ye Eslmi-ye Îrn)'ı gezeceğiz bir baştan bir uca kadar… Ortadoğu'nun İngiliz ve Fransızlar tarafından çizilmemiş tek sınırı, 1639'daki Kasr-ı Şirin Anlaşması'yla Türkiye-İran sınırı. O günden beri bu sınır değişmedi. Barış içinde yaşayıp gidiyoruz İran'la. 65 kadar yerel dilin konuşulduğu, 40 kadar farklı etnik grubun barış içinde yaşadığı, tüm çabalara rağmen bir türlü Yugoslavyalılaştırılamayan bir ülke İran'ı yaşayacağız. Adım adım her hazırlığı yaptık. Bir tek İran Riyali almadık. Halk, kendi arasında riyalden bir sıfır atarak bu paraya Tümen dermiş. Örneğin; 1000 Riyallik bir şey alacaksak satıcı bizden 100 Tümen istermiş. İkisi de aynı paraymış! Türk lirası da kabul görüyormuş. Yanımıza avro aldık. İran'da tüm uluslararası hesaplara ulaşılmazmış. ATM kartlarımız işe yaramayacak!
Toplam 26 kişiyiz. Bir otobüsü bile dolduramamışız! Rehberimiz Murat Özsoy. Araç beklerken kadınlar başlıyor sohbete. Konuları; İran'da nasıl örtünecekler, hangi renk örtüleri kullanacaklar… Birisi 'Ben örtüme dokundurtmam! Böyle renkli olanını seçtim' derken eşim, 'Önce canlı bir renk almıştım. Sonra koyu renkte olanlarını yeğledim. Bir de bu uzun giysiyi giyeceğim' açıklamasını yapıyordu. İran'da turistler ve Müslüman olmayanlar da dahil bütün kadınlar, İslami hicap kurallarına göre örtünmek zorundaymış. Bu da bir başörtüsü takmak ve vücut hatlarını belli etmeyen şeyler giymek anlamına gelirmiş. Başörtüsü, sıkı sıkıya bağlanmasa da olurmuş. Saçların görünmesi pek önemli değilmiş. Bir de kadınlar, siyah ya da kahverengi gibi koyu renkte giyinirmiş. Erkekler şort giyemeyecekmiş. Tur şirketimiz uyarıyordu önceden.
Ankara'dan İstanbul'a gidiyoruz önce. Atatürk Havalimanı, hafta sonu olduğundan sanırım çok kalabalık. Dış hatlara kıvrıla kıvrıla ulaşıyoruz. Safire, yanımızda oturan bayanla tanışıyor uçağı beklerken. Bir büyük, bir de bebek olmak üzere iki çocuklu Meşhedli bir anne. Eşi Mardinliymiş. Elektrik dağıtımdaymış. 10 yıldır gitmemiş memleketine. Eşim; 'Neler oldu?, Nasıl oldu?' sorularına yanıt alamıyor. Tek maaşlı bir aile.
Uçağa biniyoruz. Neredeyse dolu. Pistten ayrılmamız zaman alıyor. Havada trafik yoğunmuş. Çay–kahve yerine yemek dağıtılıyor. Afiyetle yiyoruz. Güzelmiş. Meşhed'e 40 dakika kala uçağımız sarsılmaya başlıyor. Bu yükseklikte hava kötü olurmuş. 15 dakika tangır-tungur yolculuk yapıyoruz. Aramızda 1.5 saat fark var. Saatlerimizi ileri alıyoruz. Gece 03:00'te KHORASAN (HORASAN) eyaletinin başkenti MEŞHED'e inmek üzereyken uçaktaki tüm kadınlar, başlarını örtmeye başladı. Meşhed ismi, aslında Meşhed-i Muqqaddes (Kutsal Şehit) kelimesinden geliyormuş. Kent, tarih boyunca İpek Yolu ve Baharat Yolu gibi kervan yollarının üzerinde bulunduğu için her zaman önemli bir konumdaymış.
Uykuluyuz ama belli etmiyoruz. Pasaport kontrolü için 'Yabancılar' sırasına girdik. Tek memur var. Ağzı maskeli. Sanırım domuz gribi için önlem almış. Yan sırada İranlılar var. Kontrolden geçtikten sonra ikinci bir memura daha pasaportlarını gösteriyorlar. Anlayamıyoruz. Çünkü bizde böyle bir uygulama yok! Meşhedli gelinimiz, ayrılmadan bizi sıkı sıkı uyarıyor:'Aman Airport Taxi dışındaki taksilere binmeyin!'
Rehberimiz Tebrizli Azeri Aydın. Biz, ilk Türk kafilesiymişiz! Kentin merkezindeki otelimize saat 04.00'te varabildik. Yol boyunca sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı şehitlerinin fotoğraflarını görüyoruz. Hemen her kentte görecekmişiz… Uyku gitti dağın ardına. Eşyaları odamıza koyup indik.
SÜRECEK