BEN, Kendimi Tanımadığımı Kabul Ettim ve!
Sevgili dostlar, yine dünkü yazdığım köşe yazımın sonundaki paragraftan başlamak istiyorum ki bugünkü yazıyla da entegre...
Sevgili dostlar, yine dünkü yazdığım köşe yazımın sonundaki paragraftan başlamak istiyorum ki bugünkü yazıyla da entegre olabilsin.
Ne yazmışım dün; kişinin kendini tanıyıp tanımaması ile ilgili durumu ben size kendimden örnekler vererek anlatmak istiyorum. Elbette ki benim de bu olgunluğa erişmem yıllarımı aldı. Acılar, yalnızlıklar, bazen saçma sapan hırslar ve hasretler gibi gibi insana dair birçok yaşamsal format içindeki yaşanmışlıklar beni neredeyse Nirvana'ya ulaştırdı (!).
Zaman içinde kendimi keşfettim. Üniversite eğitimi harici kendimi geliştirecek seminerlere, eğitimlere katıldım. Sertifikalar almaya hak kazandım (ki şimdiki gibi parayı verip alınan, akreditasyonu olmayan eğitim ve sertifikalardan bahsetmiyorum). Eğitimlerimize sağlam paralar öder, o belgeye sahip olduğumuzda da gerçekten önce bizim içimize sinerdi. Çünkü çalışkanlığımız, girilen sınavlardan alınan iyi sonuçlarla hakkımızla almıştık!
Ve öğrendiğim ilk şey, kendimi tanımadığımdı. Başkalarını mutlu etmek ya da onların istediği gibi hareket etmenin beni de mutlu ettiğini düşündüğüm dönemlerim çok uzun sürmüştür. Çünkü ailem, dostlarım, eşim, çocuğum ve bu böyle uzayıp gidiyordu. Onları üzmekten, kırmaktan korkuyordum. Çünkü ben 'iyi biriydim' bana göre!
Oysa şimdi bana 'İyi biri böyle mi olmalı?' diye sorduğunuzda, yüksek sesle HAYIR cevabı alırsınız. Çünkü iyi biri, öncelikle kendini iyi tanıyan, kendi donanımına itina gösteren ve bu donanımlı haliyle de yanında yöresinde kim varsa onlara da gelişmeleri ve değişmeleri yönünde ön ayak olacak bilgiyi, sevgiyi, adalet ve vicdanı paylaşan biri olmalıdır. Yoksa kendini üzen, başkaları için kendinden vazgeçen insan, iyi olarak tanımlanamaz.
İki Nehir arasında kocaman bir fark var gördüğünüz gibi!
Yine flashback yapalım: Meğer kendi potansiyelini bilmeyen, başkasının isteklerine göre yön belirleyen, karşımdakini kırmak yerine hoşuma gitmeyen davranışlarda bir köşede gözyaşlarına yenik düşen, iyi niyetli ama kendini keşfedememiş cahil biriydim. Üniversite okuyup mühendis olmak, kendimi başka yönden keşfetmeme sebep olsa da yaşam döngüsü genelinde çok da kullanabildiğim bir yanım değildi.
Sonra bir gün bir şey oldu ve babamı aniden kaybettim. Beni takip edenler bilirler. Bir gece yattı ve sabah uyanamadı. Çok hazırlıksızdık çok. Hoş, ölüme nasıl hazırlanılır onu da bilmiyorum. Her yaş ölümü zordur bildiğim. Neyse, devam edelim. Babamın ani ölümü ile küçük ve şımarık ve de nazlı bir çocuk olmaktan sıyrılmak zorundaydım. Ve ölümü kabullenmek, kendimi hayata tekrar adapte etme dönemim, tam on yılımı almıştı.
O dönemler teknolojinin bugünkü gibi elimizin altında olduğu bir dönem değildi. Bir şeylerle uğraşmalı ve kafamı toplamalıydım. Çünkü o dönem küçücük, daha kundakta bebeğim vardı. Ben de filmlerden, kitaplardan ve bulunduğum yerlerdeki insan manzaralarını algıladığım kadarıyla izlenimlerimi yazmaya başlamıştım. Bunlar kitabın bir özeti, o gün yaşananların bir anlatımı (ama bunlar ne anı kitabına, ne günlüğe ne de şu anda kıymetini anlayacağım yazılar değildi bana göre) falan gibi şeylerdi. Yazdıkça derinleşmeye, irdelemeye, daha çok yazmaya başladım. Ve derinleştikçe de ara ara o bulunduğum ortamlara ait olmadığımı ve başka şeylerle mutlu olacağımı da algılıyordum.
Ünlü hocalardan diksiyon eğitimine, drama ve tiyatro eğitimine ve kişisel gelişim eğitimi, insan kaynakları, ISO ve HACCP eğitimleri derken, bir sürü kullanmadığım kağıt parçalarına sahip olduğumu düşünürken ilk aşama şunu keşfettim; insanlarla konuşurken beni dikkatle dinlediklerini, fikirlerimin ve kullandığım kelamların onları etkilediğini ve hatta bana iş teklifinde bulunduklarını anladığımda hala yeteri manada ne olduğumu bilmiyordum. Aynanın karşısına geçtiğimde 'Bak kızım' diyordum, 'Senin anlamadığın ama o büyük büyük kadınların ve adamların anladığı bir şey var sende ama ne?' (vallaaa (!)) komik değil mi?
Aynaya bakmalarım sıklaştı. Kendimle oturup sohbet etmelerim sıklaştı. Kendimi özel hissetmelerim arttı, bunlar oldukça da yalnız olmadığımı ve önce Tanrı'nın ve sonra da babamın bana muhakkak ki faydalı doğru insan olmamda yardımcı olacaklarına çok inandım. İnanç!
Çünkü o dönem büyük bir firmada üst düzey yönetici olarak çalışıyordum ancak insanlar benden hem korkuyorlardı hem de iş yeri sahiplerinden daha çok seviyorlardı. Dedim, 'Kızım çaktırma, sen de bir cevher var, bulacağız, korkma' (!) Şimdi gülerek anlatıyorum ama o dönemlerde insanın ne olduğunu bilmemesi, ancak bazı olayları yıllardır o işin profesyoneliymiş gibi yapmaları sadece edindiğim eğitimler değildi. Hamurumun da bu duruma entegre olmasıydı.
Başkaları bana sen şunu da yaparsın bunu da yaparsın diye iş yüklerken, birileri beni enayi olarak adlandırıyor, birileri de iyi niyetim yüzünden 'hayır' diyemediğimi söylüyordu. Oysa 'bu birikimler beni, şimdiki BANA getiren incilerdi.' Hamdolsun. Çok uzun yıllardır bunun farkındayım.
İsterseniz devamına hafta başı bakalım. Huzur ve şansla kalınız inşallah.
Sevgiler…