Ayasofya aşkı!
Altı yılım İstanbul'da geçti. Hem de tarihi yarımada olarak adlandırılan Fatih ilçesinin göbeğinde. İstanbul Üniversitesi Edebiyat...
Altı yılım İstanbul'da geçti. Hem de tarihi yarımada olarak adlandırılan Fatih ilçesinin göbeğinde.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. Altı yıllık mı idi? Tabii ki dört yıllık idi ama biz biraz boykottu, eylemdi falan derken okulu iki yıl rötarlı bitirebildik.
O meşhur üniversite kapısından çok girip çıktım yani.
Okulumuzun hemen kuzeyinde büyük Süleymaniye Camii vardı. Hemen karşısındaki kahvehane ile yayındaki kurucuda çok vakit öldürdük, karın doyurduk.
Eminönü ve Sirkeci hattında Kapalıçarşı, Nur-u Osmaniye Camii, Mısır Çarşısı ve Yeni Cami olarak bilinen Valide Sultan camileri vardır.
Sur içinde kalan Fatih ilçesi, geçmişin 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet önderliğinde fethedilen Bizans İmparatorluğu'nun merkezidir.
Şimdi adı Ayasofya-i Kebîr Cmi-i Şerîfi olan (Kebir; büyük, ulu demektir. Şerif de şerefli) Ayasofya Kilisesi de bu sınırlar içinde kalan en büyük ve en eski tarihi yapılardan biridir. Hemen arkasında Topkapı Sarayı vardır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi de ilçe sınırları içinde kalır. Hemen karşısında da Şehzade Camii vardır. İstanbul Valiliği de Kapalıçarşı, Sirkeci ve Ayasofya üçgeni içinde kalır. 'İstanbul'un kalbi, bu bölgede atar' desek yeridir yani.
Kaynakların yazdığına göre Ayasofya Kilisesi, Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 532-537 yılları arasında İstanbul'un tarihi yarımadasındaki bu eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılında İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. 1934 yılında yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile müzeye dönüştürülmüş, kazı ve tadilat çalışmaları başlatılmış ve 1935-2020 yılları arasında müze olarak hizmet vermiştir. 2020 yılında ise müze statüsünün iptal edilmesiyle tekrar cami statüsü kazanmıştır.
Ayasofya adındaki 'Aya' sözcüğü 'kutsal, azize' anlamına, 'Sofya' sözcüğü ise Eski Yunancada 'bilgelik' anlamındaki sophos sözcüğünden gelirmiş. Miletli İsidoros ve Trallesli Anthemius'un yönettiği Ayasofya'nın inşaatında yaklaşık 10.000 işçinin çalıştığı ve I. Justinianus'un bu iş için büyük bir servet harcadığı belirtiliyor. Bu çok eski binanın bir özelliği de yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olması imiş.
Bölgede Osmanlı döneminde başka camiler de vardır.
Bu camilerin hepsi doluyor mu, elbette ki dolmuyor ama ne hikmetse insanlar namaz kılmak için 'İlle de Ayasofya' diyor… Hem de karşısında altı minareli kocaman Sultan Ahmet Camii duruyorken! Bu isimlerini saydığım diğer camilerin yakınlarında esnaflık yapan insanlar da buna dahil…
Neyse, 'Bizim aklımız ermez' deyip geçelim ve geçen hafta yine Atatürk'e uzanan dile gelelim.
Biliyorsunuz İstanbul, Bizans'tan 1453'te alındı ama 1. Dünya Savaşı yıllarında da yeniden işgal devletlerinin eline geçti. 13 Kasım 1918 ve 16 Mart 1920…
Mondros Antlaşması'nın ardından Osmanlı başkenti İstanbul, düşmanların elinde. İlk işgalde İstanbul'un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alınmış ancak idareye el konulmamış; ikinci işgal ile idareye de el konulmuş.
Eylül 1922'ye gelindiğinde İzmir'in kurtuluşundan sonra Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'u kurtarmak için Türk birliklerine İngiliz ve Fransız işgalindeki Çanakkale'ye hareket etmeleri emrini vermiş.
İşgal, son düşman askerinin 4 Ekim 1923'te şehri terk etmesinden sonra Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birliklerinin 6 Ekim 1923'te tören eşliğinde şehre girmesiyle sona ermiş…
Bölgede çok sayıda ve büyüklükte Osmanlı yapısı cami varken bu Ayasofya aşkını anlamak, benim için gerçekten zor iş.
Hele hele birlik ve beraberlikten daha samimi bahsetmemiz gerekirken ve dosta da düşmana da hoşgörü örneği göstermemiz gerekirken bu bazen alttan alta, bazen de alenen yapılan Atatürk ve Kuvayı Milliye düşmanlığı da neye hizmet etmektedir anlayan varsa beri gelsin…