Adalet

Adalet hepimizin aradığı, hak yerini bulduğunda mutlu, aksi halde yaralanmış ve ona ya da onu bu...

Adalet; hepimizin aradığı, hak yerini bulduğunda mutlu, aksi halde yaralanmış ve ona ya da onu bu hale getirenlere inancımızı kaybettiren çok önemli bir duygudur.

Özünde vicdan olan ve merhameti barındıran bir duygudur Adalet. Ama Adalet sözünü kullanmak, adil olabilmek kolay değildir.

Bu mübarek günlerde aç susuz kalmak kadar adil olmak da orucun bir gereğidir. Ne mutlu da olabilene.

Günümüzde kişiler gibi devletler de adil davranmaktan çok uzaktadır. Tipik örnek, İsrail'in Filistin'e zulümdür.

Aşağıda yine bir öykü paylaşacağım. Asr-ı Saadet (Hz. Muhammed ve takip eden halifeler döneminde) Müslümanlığın adalet anlayışı, İslam dininin niye o zamanlar çabuk yayıldığını göstermektedir.

Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (r.a.), Şam'daki bir camiyi genişletmek ister. Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes, arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam'da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş, arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali, arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.

Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman'a derdini anlatır. Sızlanır. 'Bana zulmedildi' der. Müslüman vatandaş da kendisine 'Medine'ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece adildir. Elbette seni dinler' der. Şamlı Yahudi, Medine'nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine'ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar, bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. 'İşte halife bu zattır' derler. Adam, Hz. Ömer'in yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri parçasının üzerine şu cümleyi yazar: 'Bilesin ki ben, Nuşirevan'dan daha az adil değilim' Kısa ve özlü bir cümle.

Yahudi, bu yazıyı alıp ayrılır. Ama 'Şam'daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerede, Medine'deki halifede bulunan tevazu nerede? Şam'dakiler, şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.' Kendi kendine böyle konuşur. Sonunda Şam'a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber 'Madem ki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim' der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır. 'Medine'deki halifenin size mesajıdır' der. Vali, bu cümleyi okuyunca sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde başını kaldırıp şöyle der; 'Arsanız size geri verilmiştir.'

Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememiştir. Merak ve dehşet içinde sorar. 'Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız?' der.

Şam Valisi Hz. Sad, 'Bak, sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın: İslam'dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer, İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran'a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken birileri, zorla elimizdeki develere el koydu. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da, 'Gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder' dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir mütercim, krala tercüme etti. Kral Nuşirevan, dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de 'Memleketinize dönün' dedi.

Biz, tekrar hana döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı, sonucu öğrenince son derece üzüldü ve 'Burada bir hata var' dedi. 'Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım' teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık. Hancı, durumu Nuşirevan'a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan'ın yüzü sapsarı kesildi.

Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize ikişer kese altın verdi, 'Akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin' dedi. 'Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın' talimatını verdi. Biz de bir şey anlamadan huzurundan çıktık. Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. 'Neler oluyor?' dedik. Hancı şöyle dedi: 'Sizin develerinize el koyan kişi, Nuşirevan'ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan'a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı ama neden ayrı kapılardan gidin dedi ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız' dedi.'

Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor: 'Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum, 'Kim bunlar ve suçları ne?' diye. Dediler ki, 'Bunlardan biri, Nuşirevan'ın büyük oğlu, diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap'ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan, ikisini de asarak idam etmiştir.' Nuşirevan, kendi öz oğlunu idam etmişti.

Hz. Ömer'in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük. İşte Hz. Ömer, senin eline verdiği deri parçasının üzerine 'Bilesin ki ben, Nuşirevan'dan daha az adil değilim' sözüyle bana bunu hatırlatıyor. 'Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim. Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan'ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi' diyor. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?'

Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe eder ve hem de İslam dinine girer.

Hz. Ali'ye sordular: 'Devletin dini olur mu?'

Şöyle buyurdu: 'Devletin dini adalettir, adaleti olmayan devlet dinsizdir.'

Adaletle kalın.

Bakmadan Geçme