Acı
Eskimiş bir acının kıyısında duruyorum. Biliyor musun, eskidikçe acı daha acıtıcı oluyor. Sıcaklığında anlamadığın o yakıcı...
Eskimiş bir acının kıyısında duruyorum. Biliyor musun, eskidikçe acı daha acıtıcı oluyor. Sıcaklığında anlamadığın o yakıcı yüreğine çörekleniyor ve bir daha terk etmiyor orayı.
Yaşanan ani bir ölüm mesela. Şok etkisi bırakıyor insanın üzerinde. İlk anda yaşananları anlamlandırmaktan uzak ilk tepkiler, refleksler yaşanan sarsıntıyı dışa vuruyor. Acıyı paylaşanların hafifletici etkisi zamanla yerini gerçeği tam olarak algılamaya bırakıyor. Ardından gelen anlamlandırma süreci, değişen ve değişecek olanları kavratıyor insana.
O insanın içine düşen ateşin alevi, alazı, harı sönüyor ama kor olup yakıyor durduğu yeri. Göğe sersen bulut örtüsünü, boşaltsan içindeki suyu yine de sönmüyor yürek yangını. İçin için yanmaya devam ediyor. Göz pınarları kuruyor ama akıtılan yaş söndürüyor yürekteki koru. Acı katmerlenip kalıyor…
Hayat devam ediyor belki. Belki yaşamın getirdikleri, dikkatlerin başkaya kaymasına ortam hazırlıyor ama silinmiyor o yangının izi. Sökün olup giderken hayatından kanattıkları tamir olmuyor, onarmak, sarmalamak tam anlamıyla mümkün olmuyor. Acının izlerini topluyorsun sonra yüzlerdeki her ifadede, her bakışta…
Hele hayatında başka çalacak enstrümanı bulunmayanlar o acı enstrümanı ile besliyorlar hayatlarını ve tükenmişlik, bedbinlik, ümitsizlik girdabında kendi sonlarını hazırlıyorlar, kendi elleriyle…
Aslında acı yaşamın hissedilmesi demek. Acı, var olanı ve olmayanı duyumsama anlamına geliyor ama insanoğlu öyle anlamlar yükleyebiliyor ki yaşadıklarına ve elinde var olanlara. Onlarla yaşama becerisini geliştirmek yerine pes etmeyi ve teslim olmayı seçebiliyor. Anladığını yansıtıyor dışarıya, olanı değil. Anlamlandırdığına göre davranıyor dışarıdan anlaşılana göre değil. Şöyle geride durup yaşananı uzaktan görme yetisini geliştiremediği için…
Bazen de yaşananları acılar büyük kılıyor, aynı zamanda gerçek ve kalıcı. Ölüm acısı, kesin ayrılığı -bu dünya için- somutlaştırırken aşktan kaynaklanan acı, büyütüyor onu ve onu yaşayanları. Kavuşamamak ve yaşanan özlemler, duyulan acı, iç yangını zamansızlaştırıyor aşkı, yoksa ne çöl ne su ne delinen dağ ne mesafeler ne de Leyla, Kerem, Züleyha…
Umudu ve kavuşma adına arzuyu körükleyen, bir araya gelememenin acısıdır. Ve zamanın kalbine de bu duyguyu eken de odur…
devinen zaman
zamansızlığı kamçılıyor
sen, ben, biz
kımıldayan sularda
yüzdürüyoruz kağıttan gemilerimizi
hani nerede büyüttüğünüz öykülerimiz?
nerede duygularımız?
sular çekilse
geriye ne kalır?
kaygılarımız
acılarımız…
ne acı
hayat acıtıyor
acıttığıyla besleniyor…
hayattan çıkar acıyı
geriye kalanı
sen
hesapla…