Akarsu Yatağı

Albert Einstein, 'Başarıda dehanın payı yüzde bir, emeğinse yüzde doksan dokuz payı var' demiş. Çok sıkça...

Albert Einstein, “Başarıda dehanın payı yüzde bir, emeğinse yüzde doksan dokuz payı var” demiş. Çok sıkça kullanılan bu sözü bir benzetmeyle yorumlamaya çalışacağım.

Deha, insanın doğuştan getirdiği bir özellik. Beyinle ilgili özel testlerle insan zekasının düzeyi saptanıyor. Böylece her düzeye uygun okul yapılandırılmasına gidiliyor.

Tarihe yön veren liderler, bilim adamları ve sanatçıların birçoğu dahi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk de onlardan biri.

* * *

Deha kavramıyla anlatmaya çalıştığım noktanın vereceğim akarsu yatağı örneğiyle örtüştüğüne bir bakalım.

Zekanın insan beyninde bir akarsu yatağı olduğunu düşleyelim.

Kimi akarsu yatağı, doğuştan itibaren yüksek debide suyu taşıyacak ölçüde geniş yaratılır. Kimi akarsu yatağı ise su taşıma düzeyi ne denli zorlanırsa zorlansın genişlemez.

Ancak zeka, ister geniş ister dar bir akarsu yatağı olsun o yatakta taşınan şey, ancak kişinin özel çabasıyla elde edeceği bilgidir.

Bu bilgi, yatağı besleyen ana kaynak ve yan kollarıdır. Akarsuyun ana kaynağı okumaksa; yan kolları da gözlem, dinleme ve araştırmadır.

Dilerseniz konuyu Muzaffer İzgü’nün yaşamına ait bir bilgi notuyla sürdürelim.

Bir gün İzgü, babasının geniş kenarlıklı kasketiyle yolda ilerlerken ansızın boşanan bir yağmurla sırılsıklam olur. Onun bu durumunu gören birinin önerisiyle çözümü en yakındaki binaya sığınmakta bulur. O binada soba yanmaktadır; yağmurun perişanlığını bir süreliğine de olsa üstünden atabilecektir.

Muzaffer İzgü’nün sığındığı bina, Adana İl Halk Kütüphanesi’dir. Kütüphane görevlisi, gelen bu ufak tefek çocukla yakından ilgilenir. Kendi giysilerini verir. Sobanın başında titremesini gidermeye çalışan küçük Muzaffer, geniş binada birilerinin kitap okuduğunu görür. Orasının ne olduğunu sorar. Kütüphane denilince, kendisinin de kitap okuyup okuyamayacağını sorar. Olumlu yanıt alınca seçtiği bir kitabı okumaya dalar. Kitaba kendini o kadar kaptırmıştır ki vaktin nasıl geçtiğini anlayamaz. Ancak kütüphanecinin uyarısıyla okumayı bırakır. Yarım bıraktığı kitap çok hoşuna gider. Yine masumane bu kitabı okumayı nasıl sürdüreceğini sorduğunda, “Buraya her gün kitap okumaya gelebilirsin” yanıtıyla rahatlar. Hem bir yanda elbiseleri kurumuş, titremesi geçmiş, öte yanda o güne değin hiç karşılaşmadığı koca bir dünyayla tanışmıştır. O günden sonra Muzaffer İzgü, bu kütüphanenin en düzenli ziyaretçisi olur.

Tabii bu kütüphanenin diğer müdavimleri arasında Yaşar Kemal ve Orhan Kemal gibi Türk edebiyatının önemli ünlüleri de vardır.

Başarıda zeka kadar onu besleyen damarların da büyük payı olduğu, İzgü’nün yaşamından anlaşılmıyor mu?

Nurullah Ataç’a bakılırsa yazmaya başlamak için insanın okuduğu kitapların kendi boyunu aşması gerekiyor. Ama bu savın tersi durumlara da edebiyat dünyasında rastlanmakta. Victor Hugo, ilk şiir kitabını on beş yaşında oluşturmuş ve yayımlaması için götürdüğü yayınevi sahibinin kitabı basmayacağını söylediğinde de, “Yazık, Fransa’nın en büyük şairinin eserini basmamakla çok şey kaybediyorsunuz!” diyebilecek kadar özgüvenlidir ki, zaman onu haklı çıkarır.

Öykücü ve araştırmacı dostum Etem Oruç’la ortak yanımızın ebeveynlerimizin eğitim durumu olduğunu hayretle gördüm.

Anne ve babamızın ümmi, yani okul yüzü görmemiş oluşu bir kayıp olsa da İzgü gibi kitap okumanın zevkini yakaladığımızdan o açığı kapatmaya çalıştık. İnsanın öğrencilik ruhu yitmeden öğrenme çabası ömür boyu sürmeli.

İlkokulda rahmetli dayımın büyük kızı, sınıf arkadaşım olduğundan evlerine sıkça giderdim. O gidişlerde “Hayat” dergisinin başyazarı Şevket Rado’nun usta yazılarıyla tanıştım.

Okuma bağımlılığı, sigara, içki gibi yararsız olduğu söylenebilir mi? Bu, öylesine bir şey ki, tezgahtaki paketlik dergiler bile alınıp okunur. Bu durumla erken tanışan insanın Goethe’ye özenip “İnsan her gün ya güzel bir ses işitmeli, ya gönül açıcı bir kitap okumalı yahut güzel bir şey dinlemeli” diyesi geliyor.

Son söz: Türk mizah edebiyatının usta kalemini sonsuzluğa uğurladık. Biliyoruz ki onun boyuna ulaşan yapıtlarıyla Türk okurlarına, özellikle genç okurlarına selam vermeyi sürdürecektir.

Bakmadan Geçme