'Aile ve Medeniyet' konulu konferans

Ödemiş Öğretmenevi'nde 'Aile ve Medeniyet' konulu konferans gerçekleştirildi. Etkinlikte konuşmacı olarak Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof....

Ödemiş Öğretmenevi’nde “Aile ve Medeniyet” konulu konferans gerçekleştirildi. Etkinlikte konuşmacı olarak Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse ile Mehir Vakfı Başkanı Mustafa Özdemir yer alırken konferansın moderatörlüğünü Doç. Dr. Mustafa Yayla gerçekleştirdi. Ödemiş Kaymakamı Fatih Aksoy, AK Parti Ödemiş İlçe Başkan Yardımcısı Halil Güler, Eğitim-Bir Sen Ödemiş Temsilcisi Ahmet Okanoğlu ve Ödemiş Öğretmenevi Müdürü Mahmut Altay başta olmak üzere geceye geniş bir katılım sağlandı.

İlk olarak konuşan Doç. Dr. Mustafa Yayla, “Aile, toplumun en küçük ünitesi. Demokratik, hukuk devletine bağlı, ahlaklı, insan haklarına saygılı bir toplumun yetişebilmesi için medeniyet ailede başlar. Bu, dünyada aklı düzgün ve bütün olan insanların düşündüğü bir şey. Mademki aile toplumun temel taşı, bunun sağlam olması lazım ki daha sonraki taşlar da birlikte olabilsin. İnsan haklarının temel felsefesi, insana güvene dayanıyor. Hayat hakkı en kutsal hak. İkincisi de korkudan emin olma hakkı. İnsan, maddi ve manevi güzelliklerin yoğurduğu bir varlık olduğuna göre ailenin medeniyete olan katkısı önemlidir” dedi.

“Buz satıcısının feryadı gibi”

Prof. Dr. Saffet Köse, “Modern dünyada aileyi kuran ve yaşatan değerler bütününde, onu çerçeveleyen normlarda, kültürel kodlarda, ilişkiler ağında, kısaca aileyi kuşatan zihniyet dünyasında farklılaşma, dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Bunun gelişme ya da bozulma olarak yorumlanması, insanların baktığı açıya göre değişebilir ancak bir gerçek var ki sadece Müslüman dünyada değil, bütün toplumlarda bu değişimden belli ölçüde rahatsızlık duyulmakta ve arayış sürmektedir. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 16/3. Maddesi, ‘Aile, toplumun doğal ve temel unsurudur. Toplum ve devlet tarafından korunur’ hükmüyle sermayesi buz olan satıcının pazarda ‘Sermayesi eriyen adama merhamet edin!’ telaşıyla feryat etmektedir. Dolayısıyla insanlık, aile sermayesinin eridiğinin farkına varıp bunun telaşı içinde bulunsa da çabaların netice verdiğini söylemek çok da mümkün gözükmemektedir.

Görebildiğimiz kadarıyla geleneksel aileyi değiştiren, bir başka ifadeyle modern aileye dönüştüren iki öge öne çıkmaktadır. Büyük ölçüde diğerleri, bu ikisine bağlı olarak gelişmektedir. Birincisi, dinin alanını oldukça daraltan ve dini belirleyici kurum olmaktan çıkaran seküler yaşam biçimidir. İkincisi de kadın figürünün yeniden inşası ve bu yolla toplumsal kodların değiştirilmesidir. Sekülerizm, dünyanın kutsanması ve hazların tanrılaşmasına zemin hazırlamış, kadının yeniden inşasıyla da rollerde karmaşa doğmuştur. Yeni kadının merkezinde olduğu modern hayat, aile kurumunu bambaşka bir şekle sokmuştur. Bu değişmeden Müslüman dünyanın da etkilendiği ve çeşitli yapısal sorunlar yaşadığı bilinmektedir. İslam tarihinde gelenek içinde oluşan ancak dinin özünden kaynaklanmayan kültürel formlar olabileceği gibi dinin temel ilkelerinin modern dünyanın bazı kabulleriyle uzlaşabileceği noktalar da elbette mevcuttur. Tutarlı bir yöntem ve içeriden bir bakışla bu noktaların tespiti ile fıtrat gerçekliğine dayalı ortak insani değerlerin yön verdiği uygulamaların yaşatılması, uygun olmayanların ise ayıklanması elbette mümkündür.

Sıkıntıya karşı çözüm önerileri

Modern değerleri merkeze alarak din ile moderniteyi uzlaştırmak ve onu din üzerinden meşrulaştırmaya çalışmak, birçok açıdan sorun doğurmaktadır. Dini gönderen ve insanı yaratan Allah olduğuna göre din ve insan arasında bir uyumsuzluk beklenemez. Bugün insanlık bir kriz içinde ise ya bu bağlantının kopmasından ya da sağlıklı kurulamayışındandır. Kur’an-Kerim’in aileyi düzenleyen hükümler konusunda ayrıntıya girmesi, kendilerindeki maslahatın sabit oluşu sebebiyledir. Onların zamana ve mekana göre değişmemesinin sebebi budur. Evrensellik ve süreklilik özelliği arz eden bu hükümlerle modern değerler arasında bir çatışma çıktığında bizim açımızdan esas sorun, modernliğin zihinler üzerinde kurduğu tahakküm ve onun aşındırıcı etkisiyle ayetleri ya farklı bir yöntemle devre dışı bırakmak ya da ilgisiz yorumlarla başka anlamlar yükleyip süitevilde bulunmak; modern değerlerle örtüşmeyen hadisleri de rivayet tekniği üzerinden geçersiz hale getirecek bütün imkanları kullanmak, bu yaklaşımlarla da Allah ile irtibatı kurulamayan hiçbir çözüm ve talebe sıcak bakmayan insanımız için modernliğin meşruiyet zeminini oluşturmaktır. Oysa insanlığın düştüğü sıkıntıya karşı fıtrat değerleri doğrultusunda çözüm önerilerinin geliştirilmesi ve usulüne uygun şekilde sunulması, en azından zihinsel anlamda selim fıtrat ve akıl sahipleri nezdinde olumlu karşılık bulacaktır.

“Esas felaket yaklaşıyor”

Bir varoluş mücadelesi bilinci ve içeriden bir bakışla özden bir seslenişle modernliğin meydan okumasına karşı onunla yüzleşme, sağlam ayaklar üzerinde durabilme, insanlığın vahşileştiği bir dönemde insani özü gösteren bir ışık yakma hamlesi olacaktır. Hz. Peygamber’in ‘Bir keler deliğinden girseler siz de gireceksiniz’ dediği seküler dünyayı sıkı sıkıya takip eden Müslümanlar, onların yaşadığı sorunlarla çok hızlı şekilde tanışmıştır. Bunun doğurduğu problemler gitgide derinleşmektedir. Esas felaket, çok kısa süre sonra Batı’nın şu anda yaşadığı kronik sorunlarla İslam dünyasının karşılaşacak oluşudur. Bu sonuç, mevcut gidişattan bellidir.

Her gün beş vakit namazın her bir rekatında Allah’ın tekrar ettirdiği Fatiha Suresi’nde bu insanların yolundan gitmeyeceğimize dair verdiğimiz sözün’ ya da yine namazlarda sık sık okuduğumuz Kafirun Suresi’ndeki ‘Ben sizin yaşam biçiminize ve inancınıza uymam’, ‘Sizin yaşam biçiminiz size, benimki bana’ ifadelerinin bilince dönüştüğünü söylemeye imkan var mıdır? Bunun cevabını herkesin kendisine sorması gerekir. Eğer bu bilinç olsaydı bugün özgürlük, eşitlik, hazcilik, benmerkezcilik, kadınlık ve erkeklik normları, eşyaya bakış, dünyaya ya da dine yaklaşım tarzı vb. kavramlar, tutumlar ya da davranış kalıplarının dayattığı hayat yerine ‘Benim yaşam biçimim bana’ ayetinin davranışa dönüştüğü görüntüler daha berrak olurdu ve her namazda duasını ettiğimiz sırat-ı müstakim üzere sabit kalma çabası daha sağlam bir zemin bulurdu.

“İki vazifeye sahip çıkılmalı”

Müslüman dünyanın zihni, modernliğin işgali altındadır ve bu yüzden sağlıklı düşünme yetisi hasar görmüştür. Bu noktada Kur’an-Kerim’in Muhammed ümmetine yüklediği iki vazifeye sahip çıkmak gerekecektir: Birincisi: İyiliği hakim kılan ve kötülüğü engelleyen yapısıyla insanlar için en hayırlı ümmet olmak. İkincisi, orta yolu benimseyerek insanlığın modeli olmak. Müslüman dünyaya düşen vazife, Allah-insan, insan-insan, insan-alem, din-dünya, dünya-ahiret, madde-mana, kadın-erkek arasında dengeyi koruyan, ifrat ve tefritten uzak, orta yolu tutan vasat ümmet olarak diğer ümmetlere model olma görevinin bilinciyle hareket etmek, bunu yaparken de yüksek ahlaki değerlerin beşer formundaki ifadesi olan Hz. Peygamber’i model almaktır. Bu ayetler, hem Müslüman toplumların ahlaki özlerini korumaları gerektiğine hem de insanlığa söyleyecekleri sözün ancak fıtrat değerleri doğrultusunda olabilirse karşılık bulacağına işaret eder.

Buna göre Müslüman dünyanın düşünürlerine düşen en önemli görev, modernitenin meydan okuması karşısında psikolojik mağlubiyetin etkisiyle onu meşrulaştıracak hamleler yapmak yerine alternatif olabilecek yaratılış gerçekliğine uygun normları çıkarıp insanlıkla paylaşmaktır çünkü insanlık buna muhtaçtır. Bunun için de Allah-insan arasındaki sözleşme hükümlerinin en son ve mükemmel biçimini oluşturan, çağlar aşan dinamizmini ve otantik yapısını koruyan Kur’an-ı Kerim ile ulemanın titiz çalışması sonucu her şeyiyle tespit edilmiş olan sünnet hazinesinde sorunları çözmede bir yetersizlik olmadığı gibi insan doğasına bir uyumsuzluk da söz konusu değildir. Eğer böyle bir görüntü varsa bu, dinin ilkelerini ve değerlerini işletmede kullanılan yöntemlerin sağlıksız olmasından ve diğer araçların da yetersizliğinden kaynaklanır.

Bugün mucize olarak görülebilecek birçok hadis, modern kültürün etkisiyle ya uydurma kabul edilmekte ya da tevil yoluyla reddedilmektedir. Oysa önceliğimiz, tutarlı bir yöntemle ve anakronizme düşmeden onları anlamaya çalışmak ve önümüzü aydınlatmasına imkan tanımaktır. Modernitenin ailemize ruh veren değerleri kendine özgü mistisizmi ile itici hâle getirdiği ya da değiştirdiği bilinmektedir. Bu değerlerin içeriden bir bakışla yeniden ele alınıp aktif hâle getirilmesine ihtiyaç vardır. İşte bu kitap, on yıl boyunca bu amaçla yurt içi ve yurt dışında verilen konferanslar, ulusal ve uluslararası sempozyumlarda bildiri olarak sunulan fikirlerden oluşmaktadır. Bunlardan birçoğu basılmıştır. Yoğun talep üzerine bir kitapta toplanma ihtiyacı hissedilmiş ve yeni ilavelerle bu kitap vücuda getirilmiştir. Dolayısıyla kitabın asıl amacı, ailemizin sorunlarını fark ettirmek, bu kurumu ilgilendiren şeri kavramlardaki yitik özün izini sürmek ve kaybolan anlamlarını, zenginliğini, derinliğini keşif çabalarına bir nefes üflemektir.

“Devlet, büyük ailedir”

Modern kültürün derinden etkilediği, olumsuz sonuçlarının çok güçlü ve derin olduğu, sorun olarak ortaya çıkan uygulamaların çözüm zannedildiği bir dünyada bu hususun büyük önem kazandığını belirtmeliyiz. Özellikle modern dünya ile İslâm âleminin ortaklaşa kullandığı kavramlardaki karmaşaya dikkat çekmektir. Aradaki ortaklık sebebiyle kavramlarımıza eklemlenen parazitleri ayıklama, en azından fark ettirme temel hedeftir. Bu bağlamda kadın-erkek eşitliği ve ilişkileri, haklar ve özgürlükler, tüketim, roller, mahremiyet, cinsellik, hazcılık, mahalle baskısı gibi aile kurumunu özünden ilgilendiren kavramlar ele alınmaya çalışılmaktadır. Bu sebeple kitaba ‘Genetiğiyle Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu’ adı verilmiştir.

İslam toplumlarında devlet dahi aile medeniyeti üzerinden tanımlanmıştır. Bir başka ifade ile devlet, Müslüman toplumun büyük ailesidir. Buna göre hükümdar halka karşı şefkatli baba gibi, halk da ona akıllı evlat gibi davranmalılar. Birbirleriyle de kardeşçe ilişki içinde olmalıdırlar. Medeniyeti kuran, işte bu kardeşlik ve şefkat düzenidir. Bu terbiye, ailede alınır ve büyüyerek devlet olur. Medeniyetin ana ekseninde kalbin eylemi olan şefkat ve başkasını düşünebilme erdemi bulunduğundan kalbini kaybetmiş, rasyonel aklın emrine girmiş bugünkü insanların medeniyet kurmaları güç gözükmektedir. Bu, medeniyet kurumu olan ailenin çöküşünden de bellidir. Her şeyden karşılık bekleyen, bencil, kendi konforu dışında bir dünyası olmayan insanlar medeniyet üretemezler” dedi.

Samime Sarayköy

Bakmadan Geçme