Adios Amigos

Tıp Kongresi için İspanya'da yaklaşık bir ay bulunan kız kardeşim ile hasbıhalimiz sonrasında bu yazıyı kaleme...

Tıp Kongresi için İspanya’da yaklaşık bir ay bulunan kız kardeşim ile hasbıhalimiz sonrasında bu yazıyı kaleme aldım. Malumunuz; hissetmeden yazılmıyor, yaşanmadan söylenmiyor. İspanya, son zamanlarda hemen her meslekten kişinin ilgi odağı olmuş durumda, tarihi bağlarımızı da unutmamak gerekiyor.

Olaylara hangi bakış açısı ile baktığımız, hayata hangi pencereden merhaba dediğimiz önemli… Şehirlere, ülkelere olan yakınlığımız da bu duygulardan bağımsız değil. Şöyle demek istiyorum; birçok kenti dolaşırım ama gönülhanem dediğim Ödemiş’e aşığım.

Hoşgörümüzün artması, bilgi sahibi olmak kadar yaşamın her kesiminde, her yerde bulunmakla da ilgili olsa gerek. Sufi Yunus Emre, “Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan, halka müderris ise hakikate asidir, isyandadır” ifadesiyle evrensel kardeş olmaya çağırmıştır.

Dünya vatandaşı olmak; bir ayağının öteki kültürleri dolaşması, onlarla kucaklaşması demek. Sarıp sarmalayamadıktan sonra sahip olunamıyor. İlla ki kültürlere dokunmak, kendi kültürüne gösterebildiğin hoşgörüyü onlara da ikram edebilmek gerekiyor. Beni daha ziyadesiyle etkileyen, İspanyolcanın artık dünya dilleri arasında yerini almasıdır. Sanatçısından iş adamına hemen her kesimden şahsın soluğu Barcelona’da almasını önemsiyorum. Beni davet ettikleri için değil elbette ki, yurdum insanının kültürler arasındaki mesaisine kıymet veriyorum. İngilizce kadar olmasa da son yıllarda İspanyolca da popüler olma yolunda değer kazanıyor. Dünyanın ikinci lisanı diyebiliriz İspanyolca için. Adios Amigos içimi ısıtıyor. Kelime deyip geçmeyin lütfen, kendine has sinerjileri oluyor. Bazıları bizi hırpalıyor, yıpratıyor; bazıları da sakinleştiriyor. Sözcüklerin tılsımı var.

Gözlerim güler, kalbim ağlar…

Kişiler gibi ülkelerle ile de gönül bağlarımız var. Tarihte İspanya’daki Yahudilere el uzatıp onları topraklarımızda misafir edebilmişiz. Yahudi kelimesini bile duyunca limonileşen, tatsızlaşan kişilerin varlığı sır değil, hafızlarınıza ayandır.

“…Onları nerede bulursanız öldürün…” ayetini hatırlatan fanatik dinci tanıdıklarıma elimden geldiğince açıklamaya gayret ediyorum. Bu ayeti sırf Yahudiler ile sınırlandırmamak gerekiyor. Her ayet; dönemi, koşulları ve kendisi ile ilişkili başka ayetler ile bir bütün şekilde yorumlanmalıdır. O dönemde pek çok Yahudi kavmi var. Çoğu ile ticaret yapılıyor.

Kuran-ı Kerim’deki ayetleri Mekke ve Medine bölgesinde diye ikiye ayırıyoruz. Bahsetmiş olduğum ayet, Tövbe Suresi’nin 5. ayeti olup Medine’de nazil olmuştur. Medine, aşiret halinde yaşayan bir topluluğun devlet haline gelip toplumsal hayata geçtiği bir dönemi anlatır. Biat denilen anlaşmaların yapıldığı, devletin temellerini şekillendirmek ve korumak adına savaşların olduğu zaman diliminde hemen her olayı dini inanca bağlamak hatalıdır. “Onları nerede bulursanız öldürün…” ifadesi, iman etmediği ve İslam olmadığı için değil, yeni oluşan toplumsal yapıyı korumak, kollamak, devlet teşkilatındaki, ticaretteki anlaşmaları hiçe sayıp perde arkasında film çevirmeyi önlemek için alınan savunma ve taarruz planıdır.

İslam inancını İslam Devleti paralelinde okumaz isek, sadece olayı kelime-i şahadet getirip getirmemeye, iman edip etmemeye bağlarsak resmin bir bölümüne bakıp bütünlüğü göremeyiz düşüncesindeyim.

Yakın tarihi tefekkür edersek Cumhuriyet’in ilanı ile yepyeni devlet temellerinin atıldığı dönemdeki İstiklal Mahkemeleri’ni anımsatmak isterim. Bilirsiniz ki bu mahkemelerde nicelerinin ölüm fermanı imzalandı. İdamlar oldu. Peki, bunların nedeni olarak sadece dini bütün kişilerin öldürülüşü olarak mı yani olayı sırf inanca dayalı olarak mı izah etmeliyiz?

Elbette ki hayır. Tıpkı biraz önce ayeti açıklarken belirttiğim devlet yapılanması ve müdafaası gereği yapılan kıtal yani öldürme neyse İstiklal Mahkemeleri’ndeki idamlar da aynı düşünce ekseninde meydana gelmiştir. Şeriat denilen dini inancı devlet- siyaset -ticaret üçgeninin ayak oyunları ile her dem açıklama yanlışına düşeriz. O zaman her cumhuriyeti savunanı dinsiz, her İslam savunucusunu vatan haini ilan ederiz ki on yıllardır Atatürkçü-Atatürk düşmanı, şeriatçı-irtica haini yaftalamaları ile emperyalist güçlerin ister istemez yanında yer aldık. Kamplara, kutuplara ayrıldık.

Ahhhh ki ahhhh…

Bu duygular ile dolmuşken soluğu ne zamandır gitmek istediğim Dario Moreno Sanat Merkezi’nde aldım. Görevli arkadaşların güler yüzlü, tatlı sözlü hoş sohbetleri eşliğinde sanat merkezini gezdim. Terasa çıkıp tarihi asansörü de izlemek, bana ayrı bir duyguyu daha yaşattı. “Nedir o duygu?” diyecek olan sevgili okurlarımıza peşinen şöyle söylemek isterim ki bulunduğumuz bu konak, tarihten bize göz kırpıyor. Bir zamanlar buralarda Rumların, İsrailli ailelerin, Yahudilerin var olmasını derince hissediyorum. Halen konağın sahipleri İsrailli bir aile olup yılın belli aylarında buralara ziyaret gerçekleştiriyorlarmış. Sevindirici olduğu kadar hüzün verici. Keşke diye sözcükler, boğazımda düğümleniyor. Geçen gün yayınlanan Gurbeti Soluklamak isimli köşe yazımda “Her neye hasret isek ona gurbetteyiz” demiştim. Yahudilerin, Rumların, Ermenilerin bu topraklardaki anılarına olan hasreti gibi!

Sanat merkezinin adına İsrail asıllı besteci müzisyen Dario Moreno’nun adının sokağa ve sanat evine verilmiş olması oldukça şık olmuş. Yahudi bir ailenin çocuğu, gönlünü bu topraklara kaptırmış. Nasıl yakıcı bir azap, aşka düşmek bu olsa gerek! Türkiye ve İzmir sevdalısı olan bestekarın sevdasını, hasretini anlamaya çabalıyorum.

Şarkıları ile ölümsüzleşen gönül insanı, aşk adamı Dario Moreno, ister Yahudi olsun ister inançsız; her ne olursa olsun bağrımızda sarıp sarmalanmıştır. Kendi sesinden defalarca dinlediğim “Her Akşam Votka, Rakı ve Şarap” şarkısı ile herkese Adios Amigos!

Bakmadan Geçme