Ad verme geleneği
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri insanlar, iletişimi kolaylaştırmak ve kişiye bir kimlik kazandırmak için birbirlerine isimler vermişlerdir....
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri insanlar, iletişimi kolaylaştırmak ve kişiye bir kimlik kazandırmak için birbirlerine isimler vermişlerdir. Kişinin adı; onun özüne, niteliğine ilişkin bir özellik olarak görüldüğünden verilen adla onu kullanacak kişi arasında bir bağ, bir uyum olduğuna inanılmıştır. Tarihte ilk kullanılan adların birbirine benzer olduğu tahmin edilmekle beraber ad koyma, inanç, coğrafya ve yaşayış gibi unsurlardan etkilenen bir gelenek olduğu için kültürler farklılaştıkça birçok toplumda farklılık göstermiştir.
Antik Roma’da evin tanrıları Lares ve Penates için evin bir köşesinde ya da bahçede “Lararium” adı verilen bir kutsal alan bulunurdu. Bu kutsal alan, minyatür bir tapınak içinde tanrı betimlemelerinin yer aldığı daha basit bir dolap şeklinde olabilirdi. Evin efendisi, tanrılara her gün kurbanlar sunardı. Bebeklere isim verilmesi de yine lararium adı verilen bu alanda yapılırdı. Erkek bebeklere doğduktan dokuz gün sonra, kızlara ise doğduktan sekiz gün sonra isim vermek adetti.
Yine Antik Roma’da önadların sayısı çok azdı ve sadece yirmi kadar erkek önadı vardı. Aulus, Gaius, Decimus, Kaeso, Marcus, Mamercus, Numerius, Publius, Servius, Titus, Tiberius bu isimlere örnek verilebilir. Önadlar az olduğundan ve birçok kimse aynı isme sahip olduğundan Roma vatandaşları, isimlerine açıklık vermek için çok eski devirlerden beri ilk isimlerinin yanına mensup oldukları büyük ailenin adını eklerlerdi. Kadınların da önadları vardı ama genellikle aile adlarını kullanırlar ya da önadlarını aile adlarının sonuna eklerlerdi. Örneğin Julia Paula, Paula ailesine mensup Julia demekti. Kadın isimleri genellikle derece gösteren isimlerdi, doğum sırasına göre kızlara Prima, Secunda, Tertia, Quarta (birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü) gibi adlar verilirdi. Kadınlar, çoğunlukla evlenip başka bir aileye geçmiş olsa da kendi aile adlarını taşırlardı.
Eski Yunanlılar, atı çok sevdiklerinden “hippo” yani “at” ile başlayan isimleri tercih ederlerdi. Günümüzde bunlardan en bilineni Hippokrates olmakla birlikte Hipparkhos, Hippodamos, Hippias, Hipponaks gibi adlar yine bu şekildeki isimlerdendir.
Orta Asya Türklerinde çocuğa doğum gününde yaşanan olaylara göre, örneğin o gün düşman yenildiyse Yağıbasan, uzaktan önemli bir konuk geldiyse Konukgeldi, o gün aş dağıtıldı ise Aşbergen gibi adlar verilirdi. Ayrıca obanın kurulduğu yer de isim olarak verilebilirdi ki Uralbay, İdilbay gibi adlar buna örnek verilebilir. Bebek ölümlerine karşı ise eski Türkler; İtalmaz, İtbarak, İtkulu, İtbey, Sarıkine, Çoçkabay (domuzbay) gibi isimleri kullanırlardı. Böylece kötü ruhların bebeğin değersizliğine inanıp kaçacağına ve çocukların nazardan korunacağına inanılırdı.
Bazı Türk boylarında çocuğa kalıcı bir isim verme işi yıllar alabilmekteydi. Örneğin Altay Türklerinde çocuğun doğumundan üç ay sonra ona eğreti bir ad verilirdi. Gerçek ismi, çocuk büyüyüp yay kullanmaya, ok atmaya başlayınca konurdu. Oğuzlarda ise çocuk bir kahramanlık yapıp adını kendi kazanırdı. Dede Korkut Hikayeleri’nde de bu konuya değinilmiştir. Nitekim Dirse Han oğlu Boğaç Han ve Kam Püre’nin oğlu Bamsı Beyrek’in hikayeleri, ismini kendi kazanma konusundaki örnek hikayelerdir.
Türkler, yaşadıkları dönemin özelliklerine ve yaşayış şekillerine göre de isim vermişlerdir.Mesela Uygurlar, yerleşik hayata geçip ilimle uğraştıkları için çocuklarına bilgi ve bilgelik çerçevesinde isimler koymuşlardır. Kül Bilge, Kutlug Bilge, Bilge Kağan, Kut Tegin gibi isimler, bu şekilde isimlere örnek verilebilir.
Orta Asya’daki Moğol boylarında da isim koyma adetleri, genel olarak Türklerinkine benzer şekildeydi. Çocuklara onlar doğduktan sonra görülen ilk nesne, o gün gerçekleşmiş bir olay ya da o gün gelen konuklarla ilgili adlar konurdu. Örneğin Cengiz Han’ın asıl adı Temuçin’dir ve o doğduğu günlerde esir alınarak obaya getirilmiş soylu bir kişinin demirci anlamına gelen isminden gelmektedir.
Moğollarda ismin büyüsel bir gücü olduğuna, ölen kişinin adını yaşayan birine vermenin uğursuzluk getireceğine inanılırdı. Biri öldüğünde adının üç nesil boyunca ağza alınmaması adetti. Örneğin Cengiz Han, Kaşin vilayetini zapt ettiği sırada oğlu Ögeday’ın bir erkek çocuğu oldu ve çocuğa alınan vilayetin adı olan Kaşin ismi verildi. Ancak çocuk küçük yaşta ölünce bu isim yasaklandı ve vilayetin adı Tangkut olarak değiştirildi. Ayrıca Cengiz Han’ın oğullarından Çağatay ölünce adı Çağatay Küçük olan Moğol kumandanı artık adını kullanamaz oldu ve Sunit kavminden olduğu için adı Sunitay olarak değiştirildi. Aynı şekilde Cengiz Han’ın en küçük oğlu olan Tuluy’un adı, Moğolcada ayna anlamına geliyordu. Tuluy’un ölümünden sonra bu adın yerine o dönem Türkçede ayna anlamına gelen “Gözgü”, isim olarak kullanılmaya başlandı.
Anadolu’daki geleneğe bakacak olursak burada da Arif, Arife, Recep, Şaban, Ramazan, Bayram, Cumali, Seher, Bahar, Hilal, Mevlüt, Kadir, Kadriye gibi doğum gününü belirleyen adlar kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca çocuğu olmayan kişiler, türbelere gidip adakta bulundukları için doğan çocuğa genellikle türbede yatan kişinin adı verilirdi. Yine Anadolu’da çocuk ölümlerine tedbir olarak Dursun, Durmuş, Ömür, Yaşar gibi adlar koymak da adetti. Bebekleri ölen aileler, sonradan doğan çocuklarına bu isimleri vererek ad büyüsü yapmış oluyorlardı. Satı, Satılmış gibi adların altında ise bebeğe musallat olan kötü ruhları bebeğin o aileye ait olmadığına, satıldığına inandırarak kandırma hilesi yatıyordu. Erkek evlat isteyip hep kızı olan aileler, bu arzularının gerçekleşmesini kızlarına verdikleri isimle sağlamaya çalışırlardı. Orta Asya’da bu amaca yönelik isimlerden bazıları Ulbolsun, Turterim, Gelsinbay’dır. Anadolu’da bunun için Yeter, Döne, Dönüş, Songül gibi isimler kullanılır.
Avrupa toplumlarında ise geçmişte eski inançlarına uygun olarak pagan isimler yaygındı. Rudolph (ünlü kurt), Adolph (soylu kurt), Ursula (dişi ayı), Albert (onurla aydınlanan), Eberhard (yaban domuzu gibi kuvvetli), Robert (ünle aydınlanan), Bernard (ayı gibi kuvvetli) bu isimlerden bazılarıdır. İngiltere’de de Norman istilası öncesi Wulfgar (wulf-kurt, gar-mızrak), Wilfrit (barış arzusu-dostluk arzusu), Ethelwine (soylu arkadaş) gibi bileşik isimler oldukça yaygındı. 1066’daki Norman istilasından sonra William, Richard, Emma, Mathilda gibi Germen kökenli Fransız isimleri de İngiliz isimleri arasındaki yerlerini aldılar.
Hıristiyanlığı benimseyen toplumlar, aslen Yahudi isimleri olup Tevrat’ta geçen ve de ilk Hıristiyanlardan olan aziz ve şehitlerin isimleri olan Greko-Romen isimlerini benimsediler. Türkler de İslamiyet’i kabul ettikten sonra daha çok Arapça isimleri tercih etmişler, ilerleyen yüzyıllarda milliyetçilik akımının da etkisiyle eski Türk adlarını ve yeni türetilenleri isim olarak kullanmaya başlamışlardır.
Velhasıl ad verme, her toplumun kendi yapısı içinde şekillenmiş; yaşadığı dini, siyasi, sosyal gelişme ve değişmelere göre farklılık göstermiş ve zamanla evrim geçirmiştir. Mesela Anadolu’da ve Müslüman Türklerin yaşadığı yerlerde çocuğa atanın ya da ölen aile büyüğünün ismini verme geleneği, çekirdek aile yapısıyla beraber önemini kaybetmiştir. Günümüzde ise ad verme geleneği, şimdiye kadar saydığımız eski niteliğini yitirmiş; farklı olması açısından türetilmiş, anlamsız yeni isimler birçok kimse tarafından tercih edilir olmuştur.
Bakmadan Geçme





