Acının felsefesi

Geçtiğimiz salı günü Felsefe Konuşmaları başlıklı yazımda bir Osmanlı hanımefendisi Fatma Aliye Topuz'dan bahsetmiştim. Tercüman-ı Hakikat...

Geçtiğimiz salı günü Felsefe Konuşmaları başlıklı yazımda bir Osmanlı hanımefendisi Fatma Aliye Topuz’dan bahsetmiştim. Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nin sahibi ve dönemin gazetecisi Ahmet Mithat Efendi’nin manevi kızı Fatma Aliye, ilk kadın romancımızdı. Hayal ile Hakikat ile Udi adlı kitaplarıyla bizi bugün de felsefi yolculuklara çıkarıyor. Kendisini tanıdıkça neler yaşamışlar diye hüzünleniyorum. Özellikle de Udi kitabı ile müziğin dünyasında felsefe tadında seyahat ediyoruz. Ud sanatkarı Selahattin Pınar’ın udi olma mücadelesi geliyor hatırıma. Bugünkü yazı da bu hislerle yoğruldu. Domino etkisi gibi her bir parça, diğerini bütünlüyor.

Cumhuriyet’ten öncesini toptan yok kabul edenler, viranelerde ne hazineler gizli bir okusalar hayretlerini pinhan eyleyemezler. Pek çok Osmanlı hanımefendilerine de beyefendilerine de neler borçluyuz. Adlarını anamadığımız yürekleri öpülesi eski zaman şahsiyetleri… Keşfedilmeyi bekleyen, tarihin tozlu sayfalarından çekip alacağımız, “Ya hep ya hiç” diyemeyeceğimiz ziyadesiyle değerimiz var.

Sizi biraz kederlendirebilir miyim? Kızmayın bana olur mu? Siz okurken ne haldesiniz bilemiyorum sevgili okurum, bendeniz bu yazıyı kaleme alırken inanın kasıldım. “İmdat!” modundayım. Yazıyı tamam eyledikten sonra bağlamamı elime aldım. İs kokan sesimle, “Kayalar merdin merdin, kim bilir kimin derdin’ türküsünü çığırdım. Öyle bir çığırmışım ki gece vakti kapıya gelenlere eşim laf anlatıyordu.

Eh, yaşamın insanoğluna dokunan her yönü, felsefenin konusu ise yeri gelince hüzünleri de sorgulayacağız. Sorgulayıp kritik ettikçe düşüncelerde bambaşka gerçekler ile tanışacağız. Daha önce farkına varmadığımız için hayretlere kapılacağız. Her bir can, ibretlerle dopdolu. Keşfetme cesaretine hazır mıyız?

1901-1940 yılları arasında kısacık bir ömür sürmüş, tiyatroya ilk defa çıkan Müslüman kadın oyuncu, 1919 yılında -dile kolay bir asır önce- Yamalar adlı oyun ile ilk kez sahne aldı. Sahnede kullandığı Jale ismi, daha sonra soyadı olarak kabul görüp Afife Jale olarak hafızalara kazınacaktır. Tiyatroya çocuk denilecek yaşta gönlünü kaptırmıştır. Ailesi, bu durumdan hiç hoşnut olmaz. Sahneye çıktığını duyan babası, kendi kızını kötü kadın olmakla suçlar. Aile tarafından dışlanır, evlatlıktan reddedilir. “Tiyatro varsa ben varım, yoksa bu hayatta yerim yok” diyecek kadar sanatına bağlıdır. 1917 yılında Darülbedayi’nin açmış olduğu sınavlara katılıp üstün başarı elde eder. Önceleri mülazım artistlik yani stajyer oyuncu olur. Çeşitli rollerden sonra baş rollerde de görev almayı hakkeder. Duygularını kendi yorumuyla aktarayım: “Hayatımda mesut olduğum anlar… Sanatın ruhuma verdiği güzel bir sarhoşluk içindeyim. Yamalar oyunu müthiş bir piyes, orada gerçekten ağladım. Alkış alkış… Perde kapandı. Muharrir (yazar) Hüseyin Suat Bey, kuliste beni bekliyormuş. Alnımdan öptü. Bana ‘Bize bir sanat fedaisi lazımdı, işte o fedai sensin’ dedi.”

Ertesi hafta şehir tiyatrosu basıldı. Tatlı Sır adlı oyunu ile sahnede olan Afife, habersiz bir şekilde oyununu oynarken polisleri fark eden Ermeni oyuncu Kınar Hanım, onu hemen bahçeye kaçırdı.

Odalık oyunda ise yine yakalanmaktan kurtulmuştu. Ermeni ve Rum oyuncu hanımlar, el birliği içinde kendisine yardım ediyordu. Dahiliye Nezareti -bugünkü İçişleri Bakanlığı- durumu yakından takip ediyordu. Birkaç baskın sonrası yakalandı. Darülbedayi Tiyatrosu yönetimi, bir bildiri yayınladı: “Müslüman kadınlar kesinlikle sahneye çıkmayacak …” Bu bildiri sonunda Afife’nin ücretli görevine son verildi. Ne parası ne de kalacak yeri vardı. Yaşadığı sıkıntılar, korkunç baş ağrılarına neden oldu. Doktorlar, ancak morfin vererek tedavi edebiliyordu. Nasıl olduysa kendisini morfin bağımlısı olarak buldu. 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanı ile Atatürk, tiyatroyu özgürlüğüne kavuşturacaktı. Afife Jale ve niceleri için Atamız seferber olur ama bu sefer de Afife Hanım’ın sağlığı el vermez. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’nde tedaviye alınır. 1940 yılında bu hastanede ruhunu Rahman’a teslim edinceye kadar tiyatro aşkı, içinde kanayan bir yara olarak kalacaktır.

Kadere bakın ki kendisi ile aynı yaşlarda aynı dışlanmayı yaşayan ud, tanbur üstadı ve bestekar olan Selahattin Pınar’a aşık olur. ‘Bir Bahar Akşamı Rastladım Size’ şarkısını bilmeyen, en azından bu eseri duymayan yoktur. Bu şarkının bestecisi Selahattin Pınar’dır. Afife Jale ile aralarında kendilerinin bile anlam veremedikleri bir çekim, müthiş muhabbet yaşanır. Bu sevgi, evlilik ile taçlanır lakin Afife’nin morfin bağımlılığı karşısında eli kolu bağlı kalan bestekar da çözümü morfin almakta arar. Afife, eşinin de bağımlı olmasından korkar. Bir gün kendisine, “Lütfen benim yüzümden kendini helak etme, terk et beni” der. Sinirlerinin tedavisi, sevdiği adamla bile mümkün değildir. Afife ile Selahattin ayrılır. Hemen hemen tüm bestelerini karısı için yapar. Ayrılsalar bile kopamazlar. Afife Jale’nin öldüğü zaman yine yanında Selahattin Pınar vardır. Tanıştıklarında bestelediği ‘Bir Bahar Akşamı Rastladım Size’ şarkısı nasıl hit olacaksa sevdiği kadının ölümü üzerine bestelediği, ‘Beni de Alın Ne Olur Koynunuza Hatıralar’ şarkısı, dillere pelesenk olacaktır.

Selahattin de sanatı seçtiği için ailesi tarafından kapı dışarı edilir. Kapının eşiğinde babasına, “Bir gün gelecek, usta bestekarın babası olarak anılacaksınız” sözüne karşı iyice öfkelenen babası, ardından gaz lambasını fırlatır. Evde ufak bir yangın çıkar. Ailesi ile son görüşmesi, bu tatsız hadise olur. Yıllar geçer, hakikaten dediği gibi büyük bir isim olur. Bedelleri ödenmiş başarılara imza atarlar.

Tiyatro ve müzik sanatının çilekeşleri sayesinde sanatımız, evrile evrile bugünlere geldi. “Kötü kadın”, “Ne olacak işte, çalgıcının teki” yakıştırmalarından çok uzak bir sanat anlayışımızın temellerini atan Afife Jale ve Selahattin Pınar, acılarıyla ölümsüzleşti. Ruhları şad olsun. Yakın zaman önce izlediğim Kantocu adlı tiyatro oyununda kimleri düşündüğüm kalbinize ayandır. Tiyatro bahçesinde bir ağaç altında dualar uçurdum bahsettiğim ve bahsedemediğim ölümsüz kahramanlarımıza…

Perşembe günü, Dünya Felsefe Günü özel röportajımızda kalben buluşuncaya kadar lütfen sanatla, felsefeyle hoşça bakınız zatınıza…

Bakmadan Geçme