Pencere

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Mor menekşeler, fesleğenler ve karanfiller ne çok yakışır pencere önlerine. İçeride yaşayan ev sahibinin ya da ev sahibesinin güzel bakmayı sevdiğinin, sevgi dolu olduğunun da bir kanıtı gibi boy verirler.

Bazıları penceresiz, ışıksız evlerde doğarlar. Büyürler ve ölürler. Öylesine karanlık bir kuyudadırlar ki her çırpınışları yeni bir kaza, yeni bir uğursuzluktur. Yaşam çoğu kez kısa kirli bir ip gibidir. Ve düğümlüdür onlar için.

Karanlık insanı güçsüz yapar. Çabuk eğrilir karanlıkta yetişen bitki. Kolay kırılır. Verdiği yemiş renksiz, tatsız, çiçeği soluktur.

Yaşamımızda her şeyi anlamlı, anlaşılabilir, sevilebilir kılan şey aydınlıktır, ışıktır, güneştir.

Güneşte büyüyen kavi olur. Güneşte büyüyen dirençli.

Güneşte büyüyen lezzetli.

Güneşte büyüyen güneşe ermek ister. Çalışır çabalar. Gerçekçi davranır. Yapılan araştırma ve incelemelere kulak verir. Aklın akıldan üstün, bilginin kendi bildiğiyle sınırlı olmadığını bilir. Saygı duyar. Hoşgörülü olur.

Karanlıkta büyüyenin bir ereği yoktur. Karanlıktakiler, karanlığa inanırlar ve o inandıkları karanlığa gömülürler er geç.

Önce perdeyi aralamak gerek ardına dek.

Sonra camı açmak. Uzanıp dışarıya bakmak gerek sonra da.

Çiğdem, “Pencere deyince benim aklıma bakmak, görmek geliyor teyze” diyor.

Oysa tek bir pencereden bakmak, hep aynı şeyi görmek anlamına gelir.

Hep aynı şeyi gören insan körleşir.

Hep aynı şeyi okuyan sığlaşır.

Aynı şeyi duyan sağırlaşır.

Duymaz, görmez, anlamaz, hissetmez bir insan haline gelir bir süre sonra.

Bencillik dediğimiz, fitne fesatlık, yalan dolan, üçkağıt, riya dediğimiz şey bu tek pencereden bakmanın bir sonucu değil midir?

Açık alana çıkmalı insan. Başını sağa sola, arkaya, gökyüzüne, toprağa çevirmeli. Hep aynı yerden, aynı pencereden bakmamalı yaşama. Karanlıktan kurtulmanın yolu bu olsa gerek.

Ben pencereleri mor menekşelerle, karanfillerle sevdim.

Bir de sevgili İlhan Selçuk’la.

“Eskiden kurşun kalemler vardı

Sonra tükenmez kalemler çıktı.

Biz tükendik

Kalem tükenmedi”

Yollar bitmese de her birimizin yolculuğu bitiyor işte. Ne özlenesi bir kalemdi. Su gibi akan duru dupduru diliyle. Düşünceleri ile penceresi her dem aydınlığa, sevgiye açılırdı. Okuduğunuzda bir küçük kuş havalanırdı yüreğinizden maviliklere. Mutlanırdınız, umutlanırdınız. Seni ve pencereni ne çok özlemişim sevgili İlhan Selçuk.

“Uygarlığın ürünlerini yakmak isteyenler, tarihte hep yanmışlardır. Filmleri, kitapları, resimleri, şiirleri bilim yapıtlarını ortadan kaldırmak, yasaklamak yok etmekle hiçbir yere varılamaz.”

Şöyle bir etrafımıza baktığımızda yanan, yakılan yaşamlar görüyoruz. Yakınımızda ve komşu olduğumuz coğrafyada.

Elini kolunu, dalını budağını bu yangına kaptıranlar, bu coğrafyadan kaçıp kurtulmak, daha iyi bir yaşama kavuşmak için her şeyi göze alıyor ve bir büyük umut yolculuğuna çıkıyorlar. Nereye mi?

Hepimiz biliyoruz nereye gittiklerini. Gidemeyenlerin de aklının fikrinin orada olduğunu. Gidenlerin bu zorlu yolculuğu nasıl göze aldıklarını.

Bilimin ve sanatın hür olduğu, değer gördüğü, sanatçı ve bilim insanlarının baş tacı edildiği yerlere bu umutlu yolculuklar.

Sanat güzel şey.

Bilim umutlu.

Sevgili Selçuk’un dediği gibi,

“Uygarlığın ürünlerini yok edenler, sadece kendilerini yok ederler”

Pencereniz hep açık olsun. Kapınız da aklınız ve yüreğiniz de.

Sevgi, dostluk ve umutla.

Pencere

PENCERE

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Mor menekşeler, fesleğenler ve karanfiller ne çok yakışır pencere önlerine. İçeride yaşayan ev sahibinin ya da ev sahibesinin güzel bakmayı sevdiğinin, sevgi dolu olduğunun da bir kanıtı gibi boy verirler.

Bazıları penceresiz, ışıksız evlerde doğarlar. Büyürler ve ölürler. Öylesine karanlık bir kuyudadırlar ki her çırpınışları yeni bir kaza, yeni bir uğursuzluktur. Yaşam çoğu kez kısa kirli bir ip gibidir. Ve düğümlüdür onlar için.

Karanlık, insanı güçsüz yapar. Çabuk eğrilir karanlıkta yetişen bitki. Kolay kırılır. Verdiği yemiş renksiz, tatsız, çiçeği soluktur.

Yaşamımızda her şeyi anlamlı, anlaşılabilir, sevilebilir kılan şey aydınlıktır, ışıktır, güneştir.

Güneşte büyüyen kavi olur. Güneşte büyüyen dirençli.

Güneşte büyüyen lezzetli.

Güneşte büyüyen güneşe ermek ister. Çalışır çabalar. Gerçekçi davranır. Yapılan araştırma ve incelemelere kulak verir. Aklın akıldan üstün, bilginin kendi bildiğiyle sınırlı olmadığını bilir. Saygı duyar. Hoşgörülü olur.

Karanlıkta büyüyenin bir ereği yoktur. Karanlıktakiler karanlığa inanırlar ve o inandıkları karanlığa gömülürler er geç.

Önce perdeyi aralamak gerek ardına dek.

Sonra camı açmak. Uzanıp dışarıya bakmak gerek sonra da.

Çiğdem, “Pencere deyince benim aklıma bakmak, görmek geliyor teyze” diyor.

Oysa tek bir pencereden bakmak, hep aynı şeyi görmek anlamına gelir.

Hep aynı şeyi gören insan körleşir.

Hep aynı şeyi okuyan sığlaşır.

Aynı şeyi duyan sağırlaşır.

Duymaz, görmez, anlamaz, hissetmez bir insan haline gelir bir süre sonra.

Bencillik dediğimiz, fitne fesatlık, yalan dolan, üçkâğıt, riya dediğimiz şey, bu tek pencereden bakmanın bir sonucu değil midir?

Açık alana çıkmalı insan. Başını sağa sola, arkaya, gökyüzüne, toprağa çevirmeli. Hep aynı yerden, aynı pencereden bakmamalı yaşama. Karanlıktan kurtulmanın yolu bu olsa gerek.

Ben pencereleri mor menekşelerle, karanfillerle sevdim.

Bir de sevgili İlhan Selçuk’la.

“Eskiden kurşun kalemler vardı

Sonra tükenmez kalemler çıktı.

Biz tükendik

Kalem tükenmedi”

Yollar bitmese de her birimizin yolculuğu bitiyor işte. Ne özlenesi bir kalemdi. Su gibi akan, duru, dupduru diliyle. Düşünceleri ile penceresi her dem aydınlığa, sevgiye açılırdı. Okuduğunuzda bir küçük kuş havalanırdı yüreğinizden maviliklere. Mutlanırdınız, umutlanırdınız. Seni ve pencereni ne çok özlemişim sevgili İlhan Selçuk.

“Uygarlığın ürünlerini yakmak isteyenler, tarihte hep yanmışlardır. Filmleri, kitapları, resimleri, şiirleri bilim yapıtlarını ortadan kaldırmak, yasaklamak, yok etmekle hiçbir yere varılamaz”

Şöyle bir etrafımıza baktığımızda yanan, yakılan yaşamlar görüyoruz. Yakınımızda ve komşu olduğumuz coğrafyada.

Elini kolunu, dalını budağını bu yangına kaptıranlar; bu coğrafyadan kaçıp kurtulmak, daha iyi bir yaşama kavuşmak için her şeyi göze alıyor ve bir büyük umut yolculuğuna çıkıyorlar. Nereye mi?

Hepimiz biliyoruz nereye gittiklerini. Gidemeyenlerin de aklının fikrinin orada olduğunu. Gidenlerin bu zorlu yolculuğu nasıl göze aldıklarını.

Bilimin ve sanatın hür olduğu, değer gördüğü, sanatçı ve bilim insanlarının baş tacı edildiği yerlere bu umutlu yolculuklar.

Sanat güzel şey.

Bilim umutlu.

Sevgili Selçuk’un dediği gibi,

“Uygarlığın ürünlerini yok edenler sadece kendilerini yok ederler”

Pencereniz hep açık olsun. Kapınız da aklınız ve yüreğiniz de.

Sevgi, dostluk ve umutla.

PENCERE